Osmanlıların Avrupa'ya geçişleri ile birlikte, Avrupa'daki ülkeler ile Türkler arasındaki ilişkiler başlamış oldu. Bu bakımdan, en az 500 yıllık süreç içinde Avrupa'daki ülkeler ile olan temaslarımız, devam etmiştir. 1453 yılında, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethi, Hristiyanlık alemini endişeye sürüklemiştir. Bu endişelerindeki zirve, Viyana kuşatması ile en üst seviyeye erişmiştir. Tarihte üzerinde fazlaca durulmamakla birlikte; Osmanlı sultanları, Ortodoksluğun merkezi olan, İstanbul'un fethinden sonra, Vatikan (Roma)' nın da alınması fikri vardı ve bununla ilgili bazı teşebbüsler de olmuştur. Avrupa'nın o günden beri anlayamadığı, Ortaasya'dan gelen Türklerin Avrupa'nın ortasında kadar ilerlemeleridir.

O günlerden bu yana, Türklerin Avrupa'dan ve ileride Anadolu'dan atılması üzerinde yoğun çalışmaları vardır ve çalışmalar halen devam etmektedir. İşin çok garip tarafı, bizler tarihimizi yeteri kadar bilmediğimiz ve ona sahip çıkmadığımız halde, onlar bizim tarihimizi bizden daha iyi bilmekte ve bu tarihi kendilerine göre yorumlayarak lanse etmektedirler. Tarihini bilmeyen milletlerin gidebilecekleri yer yoktur ve istikballeri de ona bağlı olarak yok olmaya mahkûmdur. Halen günümüzde tarihimizi çeşitli maksatlara göre eğip bükerek bir gayeye hizmet için kullanmaya çalışanları esefle görüyorum. Ben tarihçi değilim, ama yalan, yanlış tarihi anlatmaya çalışanları gerçeklerinden ayırabilirim. Tarih bize gideceğimizi yönü gösterir.

Referandum konusu ile ilgili olarak, özellikle Almanya, Hollanda ve Avusturya'nın Türklere karşı olan tutumlarında, yukarıda üzerinde durduğum tarihi gerçekler yatmaktadır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Daha önce değil de niçin şimdi bu olaylar oluyor? Bunun açık cevabı ortadadır: Türkiye; bir iç terör, FETÖ, PKK terörü, DEAŞ ve diğerleri ile uğraşmaktadır. Bunun yanında bu terör uzantılarının dış bağlantıları da Türkiye aleyhine çalışmaktadır. Bunun yanında, özellikle güney sınırlarımızdaki olaylar, ülkemizi meşgul etmektedir. Suriye ve Irak'ta Türkiye aleyhine faaliyetler ve çalışmalar yürütmektedirler. NATO müttefiki, kadim dostumuz, dediğimiz ABD de güney sınırımızda kendine PYD'yi müttefik olarak seçmiş bulunuyor. Batı, ülkemizin zayıf anını yakalamaya çalışmaktadır. Son olaylar şunu göstermiştir ki, ABD ile Rusya birbirleri ile rekabet etmek yerine; Ortadoğu'nun nimetlerini paylaşmak üzere anlaşmış olarak görülmektedir. Bunlar petrol ve İsrail'in geleceği ile ilgilidir. Türkiye'nin petrol kadar önemli su kaynakları olarak, Fırat, Dicle ve Asi vardır. Ortadoğu bu kaynaklar olmadan bir hiçtir. Bu kaynaklara en uzak olan ise İsrail'dir. Tevrat'a göre burası Kenan, diğer adı ile vaat edilmiş topraklardır. İki bin yıllık süre sonunda, 1948 yılında İsrail'i kuran anlayış, bir süre daha uygun zamanı bekleyebilir ve beklemektedir. Ülkemizi bekleyen tehlikelerin, özellikle beka sorunumuzun farkında olan insanımızın sayısı, maalesef çok azdır.

Batı, Türkiye'yi köşeye sıkıştırarak, bölmeye çalışmaktadır. Birçokları da şahsi çıkarlarını önde tutarak onlara çanak tutmaktadır. Bu bakımdan Batı her fırsatta tarihten gelen kinini kusmaktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 'Batıda ülkemizin hakkı olan, hürmet saygıyı görmesi; ancak onlar kadar güçlü olmakla mümkün olabilir' sözünü akıldan çıkarmamak gerekir. Milletlerarası seviyede, hak ve adalet güçlü olmaktan geçer. Gelişmiş ülkelerin ağızlarında geveledikleri, insan hak ve özgürlükleri fikirlerine inanamıyorum. Güçlü olan hakkının belki daha fazlasını alır, güçsüzler ise onlara sadece bakar. Saygılarımla.