Ağaydı, köyleri, topakları, marabaları ve koyunları vardı. Aynı zamanda şeyhti müritleri marabalarından çoktu. O zamanlar hepsi de Osmanlı toprağı olan Türkiye, Irak ve Suriye arasında ticaret yapardı; alabildiğine zengindi.

Osmanlının yıkıldığı son harbe de Cumhuriyetin kurulduğu ilk harbe de katılmadı ama Cumhuriyetin ilk büyük Kürtçü isyanını o başlattı. Hem de o gün adı Cemiyet-i Akvam olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nda Kerkük-Musul'un kaderi konuşulacakken. Bastırıldı, yakalandı, yargılandı ve asıldı. İhanetin maliyeti yüksek oldu, isyan bastırıldı ama Musul-Kerkük kaybedildi.

Çözüm süreci denilen gaflet ve dalalet sürecinde heykeli dikilmişti şimdi de afişi asılmış, vatana ihanetten, devlete isyandan yargılanıp asıldığı Diyarbakır meydanına. Üzerinde 'Her Evet Şeyh Sait Ve Arkadaşlarına Bir Fatiha'dır' yazan bir afiş. O afiş kaç gün asılı kaldı bilmiyorum ama -sevinerek söyleyeyim ki- artık yok, tepkiler üzerine indirildi. O melun ifadenin yanında amblemi olan partinin yetkilileri de 'afişle ilgilerinin olmadığını' açıkladı.

VE BİR BAŞBAKAN

Binali Yıldırım'ın iki sıfatı var: Birisi AK Parti Genel Başkanı diğeri Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı. İkincisi birincisinden çok daha kapsayıcı bir sıfat ve o yönüyle de kitleler karşısında konuşurken çok daha fazla hassasiyet gerektiriyor. Sıradan bir insanın, sade bir vatandaşın bırakın konuştuklarını yazdıkları bile kimsenin umurunda olmazken, sorumlu bir hükümet ve devlet adamının her sözü, her cümlesi -ileride kullanılmak üzere- birileri tarafından mutlaka ve muhakkak bir kenara not edilir.

Anayasa değişikliklerini anlatmak için Tunceli'ye giden Sayın Başbakan Dersim'i daha doğrusu '1937-38 Dersim İsyanını ve o isyanın bastırılmasını' anlatmış. Hem de tarihi gerçeklere yüzde yüz ters bir bakış açısıyla, basına yansıyan ve yalanlanmayan şu sözlerle:

'Geçmişte birçok haksızlıklar, birçok yanlışlar oldu, bunu biliyoruz. Bu topraklar en iyi bilendir. Dersim olaylarının bu topraklarda yaşayan insanlara ne kadar büyük acılar yaşattığını biz bilemeyiz ama bizim dedelerimiz yaşadı, bizim büyüklerimiz yaşadı. Biz diyoruz ki 'bizden sonrakiler yaşamasın.' O günün tek parti yönetimi Cumhuriyet Halk Partisi, 'Dersim bir çıbanbaşıdır' dedi. Bütün buradaki vatandaşlarımızı yok ettiler, acımasızca üzerlerine bombalar yağdırdılar, yaşlarını büyütüp idam ettiler.'

Sayın Başbakan konuşmasında ayrıca 'Bu topraklarda kardeş kavgasına, Dersim vahşetine, o acılara izin vermeyeceğiz' dedikten sonra 'Dersim'e bu acıları yaşatanları da tarih sorgulayacak" diye de ekliyor.

Bu sözler Türk tarihine, Türk devletine, Türk milletine haksızlıktır. Bu sözler gerçeği yansıtmıyor. Yıllardır belli çevreler tarafından dillendirilen ve ne yazık ki bizim kimi yazarçizerlerimiz, kimi siyasetçilerimiz ve hatta kimi devlet adamlarımızı tarafından olur olmaz zaman ve mekanlarda harcıalem kullanılan bu iddialar devletin arşivlerindeki bilgilerle de çelişmektedir.

Dersim'de katliam yoktur eşkıyalık ve isyan vardır. O isyanın hak hukukla da Kürtlükle de ilgisi yoktur. Ne şekavet çetesinin başı konumundaki Seyit Rıza Kürt'tür ne Dersim ahalisi, ne de Seyit Rıza'nın akıl hocası Nuri Dersim'i. Dersim ahalisi Horasan'dan gelmedir ve özbeöz Türktür.

Konumuz Dersim ahalisinin Türklüğü ya da Kürtlüğü de değil, konumuz Dersim'de yapıldığı öne sürülen 'katliam' ya da bir başka ifadeyle, Başbakan Binali Yıldırım'ın ifadesiyle 'Dersim vahşeti!'

Buradan bir kere daha haykırıyorum: Dersim'de vahşet yoktur, Dersim'de katliam yoktur… Dersim'de devlete isyan vardır. Birileri eline silah alıp yolları kesmiş, köprüleri atmış, karakolları yakmış, erleri şehit etmiş ve dağa çıkmış. Devlet ne yapsaydı, oturup seyretse miydi? Osmanlı seyretmiş miydi?

Cumhuriyetle başladık Osmanlı'ya girdik; Dersim'i konuşacaksak eğer, ister istemez Osmanlı'ya girmek zorundayız. Osmanlı'ya girince de konu bir köşe yazısının sınırlarını çok aşar, en az iki, üç hatta dört beş köşe yazısına taşar. Yarın ve galiba sonrasında yine bu konuya devam edeceğiz. Zira bir tarih böylesine afaki değerlendirilemez ve bir devlet bu kadar kolay suçlanamaz.