Diğer canlılardan farklı olarak, insan yaşamı ile ilgili kanunları kendileri koymaktadır. Doğanın kanunları karşısında kendi yaşamlarını idame ettiren canlılardan çok farklı bir durumu insanoğlu ortaya koymaktadır. Bu bakımdan da yaratılanlar arasında ayrı bir yeri işgal etmektedir. Yalnız, kendi koyduğu kanunlara, bizatihi kendinin uymak mecburiyetinde oluşu da ayrı bir durumdur. İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman, ortaya konulan yasalar veya kanunlarla insanoğlunun çok defa çatıştığını görmekteyiz. İlk kanun koyuculardan günümüze binlerce yıl geçmesine, birçok kanunların da vazedilmiş olmasına rağmen; insanoğlunda gücü nispetinde bu kanunlara uymama veya onları belirli şekilde tevil ederek kendine uydurma çabası içinde olduğunu görüyoruz. Özellikle demokratik ülkelerdeki 'kanunlar karşısında tüm bireyler aynı seviyededir' sözü ne kadar geçerlidir. En demokratik ülkelerde bile 'her vatandaş özeldir, ama bazıları daha özeldir' sözünün doğruluğunu da görmek mümkündür. Durum böyle olunca, ben acaba 'İnsanların vahşi dönemlerindeki genetik yapılarına dönüş mü var' diyorum. Binlerce yıllık insanlık tarihine rağmen; insan genetiğinin değiştiğini veya ne derece değiştiğini bilmek, hüküm vermek mümkün değildir.

  1. yüzyılı idrak etmemize rağmen; insanlar arasında hayvani duyguların olması, ülkeler arasında veya ülkelerin içinde katliamların olmasını neye bağlayabiliriz? Ortada geçerli olarak konulmuş olan kanunlara rağmen bunların kenarından dolaşarak, kanunlara uymamanın ne anlama geldiğini bilmek de mümkün değildir. Tarihin belirli dönemlerinde yaşanan kast dönemlerinin kanunları gibi, zamanımızda da kanunlar belirli zümrelerin uyması için mi çıkarılmaktadır? Yaşamım boyunca, zata mahsus bazı kanunların çıkarıldığını ve uygulandığına şahit oldum. Kimilerine trafik kanunları uygulanmakla birlikte; kimilerinin bundan muaf olması, bugün geçerli olan anayasanın hükümlerine aykırı değil midir? Bu hususta diğer önemli konu da, suçluların veya borçluların, Millet Meclisi'nde affedilmesi meselesidir. Elbette, kanunlar insan yapısıdır ve asla da mükemmel değillerdir. Fakat, hayret ettiğim, bir gün kanunsuz veya suç olan bir hususun, ertesi günü suç olmaktan çıkmasıdır.

Ülkemizde hayretle izlediğim diğer bir husus ise, tüm olumsuzluklardan kanunların mesul tutulmasıdır. Kanunun açığını bularak, epeyi götürmenin, cezai müeyyidesinin olmamasını da anlayamadım. Şunu açık olarak ortaya koymak gerekir ki, kanunlar mevcut durumlardaki aksaklıkları önlemek için bunlara verilecek olan cezai müeyyideleri içerisinde barındırır. Bu bakımdan kanunlar çıktıkları an itibariyle eskiyebilirler veya mevcut durumlara cevap vermeyecek durumda bulunabilirler. Bu durum karşısında, kanun uygulayıcıların, evrensel hukuk veya hukukun üstünlüğüne göre karar vermeleri gerekmez mi? Çoğunlukla duymaktan bıktığım bir söz var: 'Adam o kadar kurnaz ki, kanunun açığını bularak, minareyi bile çalıyor veya götürüyor' sözü çarpık bir mantıki dedüksiyondur. Eğer bir yerde, kanunsuzluk veya olması gereken teamüllere aykırı bir durum var ise, orada suç vardır ve bunun gereğinin yapılması gerekir. Kanunların uygulamasında, suçlunun kariyerine, merhamet duygularına, sempatiye veya verilen cezaların, suçlunun ailesinin mağduriyetine sebep olması sebebi ile ortaya çıkan hususlar hafifletici sebepler arasında olmamalıdır.'Adalet mülkün temelidir've medeniyet bu temel üzerine inşa edilerek yücelir. Saygılarımla.