Bazı değerler,
kaybedilince daha iyi anlaşılıyor...
Sahipken farkında
olunmuyor galiba...
Sevgiyi anlamak için
hasret mi gerek?..
Mehmet Kemal Yavuzun bugünkü öyküsü,
işte öyle bir şey...

* * *

Hava kararmak üzereydi. Gün batmadan evine
dönmeliydi. Geceleri buraları pek tekin sayılmazdı. Özellikle hafta sonları, şehirden otomobillerle gelen gençler,
köyün ormanlığını mekan tutmuştu. Silah atmalar,
kadın çığlıkları ve sarhoş rezaletleri
köylünün gözünü korkutmuştu.
Yaşı 70e ulaşmış Hamza Dayı, bir çirkinlikle karşılaşmamak için adımlarını hızlandırdı. Tepeden aşağıya indiğinde ormanı çoktan geçmiş, evini görmüştü. Gün boyu sıcağın altında
kışlık odunlarını kesmişti. İçinden, Fazilet şimdi buz gibi bir ayran koymuştur sofraya diye düşünüyordu.
İki kızı vardı Hamza Dayının. İkisi de okuyup öğretmen olmuş,
gurbete gitmişti. Kızları, onlara harçlık gönderiyordu. O para da Fazilet Hanımla ikisine yetiyordu...
Kapı açıktı. Ahşap merdivenlerden
mutfağa çıktı. Sofrada umduğu gibi ayran dolu tas vardı. Öyle acıkmıştı ki, bağdaş kurup sofraya çöktü. Çorbasını kaşıklamadan kana kana ayranını içti. Tam ağzını silerken,
iki el silah sesi duydu. Silah sesi, evlerinin önünden gelmişti. Aşağıya korku ve panik içinde indi. Yine o sarhoş serseriler, diye düşündü.
Avluya çıktığında yerde yatan genç kızı gördü, bir de oradan uzaklaşan siyah renkli otomobili...
Genç kızın yanına koştu. Kız baygındı. Ne yapacağını şaşırdı Hamza Dayı. Karısı Fazilet de yanına gelmişti. Yaralı galiba dedi Fazilet... Hamza Dayı, genç kızı sırtına alırken kan olmadığını farketti. Baygın galiba dedi...
Sirkeli su yaptı Fazilet. Kolonyalarla sildiği genç kız, kendine gelir gibi olmuştu. Yapma ne olursun diye sayıklıyordu. Hamza Dayı kızla konuştukça, genç kız açılıyordu. Fazilet Hanım, hemen çorba ısıttı ve kaseyi zaten kurulu olan sofraya koydu.
Genç kız, iki ihtiyarın meraklı bakışlarından
ne olup bittiğini sorduklarını anlamıştı. Anlatacağım dedi.
Hamza Dayı, Anlatma kızım diye sözünü kesti. Sen o şehirden gelen kızlardansın değil mi? Filiz başını eğdi, utanmıştı.
Bir an önce evine dönmek istiyordu. Annesi babası onu merak edecekti. İçini bir korku kapladı. Fazilet Hanım, Filizin içinde bulunduğu ruh halini anlamıştı. Ne de olsa iki kız çocuğu büyütmüştü.
Filizin yanına sokuldu, kucakladı. Tamam, biz seni muhtarın otomobiliyle evine bırakırız dedi.
Filiz, bu iki ihtiyarı sevmişti. Hiçbir şey söylemediği halde
başına gelenleri biliyor gibiydi ikisi de...
Genç kız, yaşadığı bu hoyrat hayattan
nefret ediyordu şimdi. Erkek arkadaşlarıyla köyün ormanına
geldiğinde bu insanları aşağılarcasına konuşuyor, onlarla alay ediyordu oysa...
Uğruna evini terkettiği, anne babasını dinlemediği erkek arkadaşı, isteklerini kabul etmedi diye onu evin önünde terketmişti. Gelip alsınlar diye de
tabancasını iki kez ateşlemişti...
Utancı daha da arttı. Hamza Dayı, muhtarın oğlu Remziyi
almış, arabasıyla kapının önünde Faziletle Filizi bekliyordu. Filiz merdivenlerden aşağıya inerken,
bir dediğini iki etmeyen anne babasını düşündü. Onların sevgisini anlayamadığı için kendine kızıyordu...
Otomobil köy ormanının önünden geçerken, ağaçlar arasından
ritimli müzik sesleri, kapalı olan camdan içeri sızıyordu...
Kapısında son model araçların park ettiği büyük apartmanın
önünde durdu Remzi. Genç kız, iki ihtiyarın elini öperek, otomobilden indi. Koşarak apartmandan içeri girdi. Evin ziline bastığında anne ve babası birlikte kapıyı açtı. Nerede kaldın kızım? diye ikisi birden sordu.
Filiz, hiçbir şey söylemeden her ikisinin elini öptü. Anne ve babası da şaşırmıştı. Filiz, Sizin sevginizi anlamadım galiba dedi. Anne ve babası bir şey söyleyecek gibi oldu, Gerçeğinin değerini anlamak için sahtesini görmek lazımmış diyerek, bir daha sarıldı onlara...
* * *

Bugününüz dünden daha iyi olsun. Mutlu ve sağlıklı günler dileğiyle...