Yukarıdaki iki soru sorulduğunda tereddütsüz cevabımız , 'devlet' deriz.

Burada devletten amaç, vatandır.

Nitekim şehitlerimizin anne ve babalarıyla konuşup teselli etmeye çalıştığımız ya da başsağlığı dilediğimizde hemen, 'vatan sağ olsun' cevabını alırız.

Çünkü hepimiz biliriz ki, vatanın olmadığı yerde özgürlük, din ve namus da olmaz.

Bizde bu gelenek İslam öncesinde de vardı. İslam'dan sonra ise imanımızla yeniden harmanlandı.

Osmanlı Devleti zamanında değil vatan için feda olmak, devlete yük olabilecek evlat bile çok görülmekteydi.

Örneğin; Trablusgarp ve Balkan Savaşları sırasında Sultan Reşat'a, oğlu şehzade Ziyaeddin'in dünyaya geliş müjdesi verdiğinde şöyle demişti:

'Memleketin başına bir masraf kapısı daha açılması hoş değil.' Devletin durumunu hesap ederek Sevinç yerine adeta üzüntüsünü beyan etmiştir.

Yine aynı Sultan'ın oğlu Şehzade Necmeddin Efendi vefat ettiğinde yakınlarının büyük üzüntüye kapılmaları üzerine Mehmet Reşat tam bir tevekkül ile şunları söylemiştir:

'Bizler zaten milletin sırtında büyük bir yük halindeyiz. Ben bir evlat kaybettim fakat millet bir yükten kurtuldu.'

İşte vatan ve milleti düşünmek böyle olur.

Bir başka örnek de İkinci Abdülhamit'ten verelim:

Denilir ki, bayramda Abdülhamit'in kızı yeni ve süslü elbiselerini giyerek el öpme amacıyla babasının huzuruna çıkar.

Abdülhamit, 'kızım kıyafetin' der. Kızı sağına soluna bakar ve ondan sonra da babasına, 'ne var ' dercesine bakar.

Bunun üzerine Abdülhamit kızına şunları söyler:

'Kızım sen çok şık giyinmişsin, çok güzel giyinmişsin. Lakin sen borçlu bir devletin padişahının kızısın. Sen böyle giyinemezsin.'

Bu örnekler bir devlet başkanının devleti ve milleti nasıl sahiplendiğini göstermektedir.

Devleti ve milleti yöneticiler sahiplenirlerse millet de vatanı sahiplenir ve uğrunda önce canını, sonra da evladını feda etmekten geri kalmaz. Selam ve sevgi ile…[email protected]