Bu köşede çıkan ilk yazımda, geleceğe dair küresel meseleler üzerine bilgi ve düşüncelerimi paylaşmaya başlamadan evvel, yazılarımın nasıl bir çerçeve içinde devam edeceğinden bahsetmiştim. İçinde bulunduğumuz çağın potansiyel riskleri ve tehlikelerinin tarihte eşi benzeri gösterilemeyecek kadar büyük olduğunu; bunların biri çevresel ve öteki ekonomik olmak üzere en önemli iki tanesinin ise küresel iklim değişikliği ile teknolojik işsizlik konusu olduğunu dile getirmiştim. Geride bıraktığımız dört ay boyunca ilk tehlikeyi, yani enerji ve iklim meselesini ele aldım. Bu haftadan itibaren ikinci tehlikeye, teknoloji kaynaklı işsizlik konusuna eğilmeye çalışacağım.

İnsan-teknoloji-iş üçgeninin geleceği üzerinde konuşabilmek için her şeyden önce bu sahadaki belli başlı trendleri bilmek gerekiyor. Birinci önemli trend, insan nüfusundaki artıştır. Bazı bilimsel çalışmalar, 2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyara ulaşacağı, 2100'e doğru bu rakamın 12 milyara dayanacağı, sonrasında ise tekrar 10 milyar civarına gerileyerek o noktada stabil hale geleceğini öngörmektedir. 10 milyar insanın konaklamak, beslenmek, seyahat etmek, eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlerden yararlanmak için gelir sahibi olmaları gerekiyor. Bu da her geçen gün daha fazla iş kolunun ve kadrosunun yaratılması yahut evrensel maaş gibi bambaşka bir çözüm bulunması zorunluluğuna işaret ediyor.

İkinci önemli trend, ortalama insan ömrünün uzamasıdır. 300 yıl önce 30 yıl olan ortalama insan ömrü, bugün 75 yıla ulaşmıştır. Refah toplumlarında 85 yıla yaklaşan ortalamalardan bahsedilmektedir. Bu gidişatta kitlesel savaşların bitmesi, kıtlıkların yok edilmesi, salgın hastalıkların büyük ölçüde kontrol altına alınması, bebek ölümlerinin dip noktaya kadar geriletilmesi, modern tıptaki ve farmakolojideki gelişmeler gibi birçok faktörün rolü vardır. İlerleyen yıllarda nanoteknoloji ve genetik mühendisliği yöntemleri ile bütünleşecek yeni tıbbın, akıllı ilaçların, üç boyutlu biyo-yazıcıların, beyin-bilgisayar arayüzlerinin ve bu gibi yığınla bilimsel ve teknolojik gelişmenin etkisiyle insan ömürlerinin uzamaya devam edeceğine kesin gözüyle bakılmaktadır. Söz konusu alanda çalışan araştırmacıların çoğunluğu tarafından paylaşılan bazı öngörülere göre 2050'de küresel ortalama ömür 90 yıla ve 2100'de de 100 yıla yükselmiş olacaktır. Ortalama insan ömrünün 100 yıl içinde 100 yıla çıkacak olması demek, günümüzde çocuk olan birçok insanın 100, 120, 130 ve hatta 150 yıl yaşayabilecek olması demektir. Böyle bir dünyada evlilik müessesinden sosyal güvenlik sistemlerine, kariyer planlamalarından emeklilik kurumuna değin hemen her şeyin radikal biçimde değişmesi kaçınılmazdır. 10 milyara yükselmiş ve çok daha uzun yaşayan bir nüfusun geçinebilmek için çok daha fazla işe ve paraya ihtiyaç duyacağı da bir diğer gerçektir.

Diğer ikisi ile birlikte düşünüldüğünde son derece korkunç bir hal alan üçüncü ve son önemli trend ise, insanlar tarafından yapılan işlerin günden güne insansız sistemlerin ve makinelerin çok daha ucuza yapabildiği faaliyetlere dönüşüyor olmasıdır. Her geçen yıl, daha fazla sayıda iş ve meslek dalı, otomasyon dalgasının etkisi altına girmektedir. Yapay zeka ve robotik teknolojilerindeki gelişmeler, dünyadaki yüz milyonlarca çiftçi ve mavi yakalı işçinin yanı sıra, artık yavaş yavaş yönetici ve uzman takımı olan beyaz yakalıları da işsiz kalma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bilgi toplama ve işleme faaliyetleri ile irtibatlı bir yığın iş kolu, nesnelerin interneti ve büyük verinin sağladığı kolaylıklarla beraber gereksiz hale gelip ortadan kalkmaya başlamıştır. Üç boyutlu baskı teknolojileri, imalat ve inşaat gibi pek çok alanda istihdam edilmiş bulunan yüz milyonlarca insan işçinin işleri ve gelirlerini tehdit eder durumdadır. Keza nanoteknolojinin, yeni hammaddeler ve malzemeler geliştirilmesinden moleküler imalata kadar uzanan potansiyeliyle istihdama küresel çapta bir başka muazzam darbeyi vurması bekleniyor. Üstelik şu anda gelinen noktada, tarihte ilk defa, kaybedilen iş miktarını telafi edecek düzeyde yeni işler yaratılamıyor ve otomasyona devredilen işler karşısında insanlar için yaratılan işlerin miktarı pastanın giderek küçülen bir dilimini oluşturuyor. Böylece dev bir işsizler ordusuna ek olarak, bazı ekonomistlerin 'prekarya' adını taktığı, sürekli değişen geçici işlerde ve genellikle tamamen güvencesiz şekilde çalışan bir tür yeni işçi sınıfı peydah oluyor. İşsiz yoksullara bu çalışan yoksullar da eklenince kocaman ve tehlikeli bir kitle meydana geliyor.

İnsan nüfusu ve ortalama ömrü artarken, insanların istihdam edileceği iş alanlarının azaldığı ve küresel kitle ekonomimizin büyük bir krizin eşiğinde bulunduğu bir tarihi kavşaktayız. İşte önümüzdeki haftalarda bu köşeden bu meseleleri detaylandıracak ve tartışacağız. Haftaya görüşürüz...