1970'li yıllarda, kürsüye çıkan herkesin ortak söylemi, yazarların ve bilim adamlarının ortak görüşü Dünya'da kendine yeten 7 ülkeden biriyiz. Diğer 6 ülke hangisidir diye sorsanız kimse bilmez, önemi de yok, biz kendi kendimize yetiyoruz ya ne mutlu bize. Ne oldu da bu günlere geldik, nerdeyse tarım ürünlerinin önemli bir kısmını ithal eden ülke olduk.

Üniversiteleşme arttı, okur yazar oranımız yükseldi, Ziraat, Veteriner ve ilgili Fakülteler yurdun her köşesine yayıldı, tarımda bilgi birikimi ve bilgi üretimi dünya ile rekabet eder hale geldi, tarımda teknoloji kullanımında çağ atladık vs. saymakla bitmeyen olumlu gelişmeye rağmen tarım her geçen gün geri gitti ve bugün maalesef önemli tarım ürünleri ithalatçısı ülkeye dönüştük. Evet nüfusumuz arttı, ancak birim alandan üretimimiz ve potansiyelimiz nüfus artışını 3'e -5'e katlayabilir. Bu mazeret tarımda ki çöküşümüzü izaha yetmiyor.

1980'lerden sonra ülke olarak sanayileşme ve sanayi toplumu olma sevdası bütün siyasi hareketleri etkisine aldı, iktidarlar sanayileşme ile ülkenin kurtarılabileceği tezine sarıldılar. Düz mantıkla bakıldığında yanlış bir düşünce değil gibi görünüyordu, yanlış olan sanayileşme ve gelişmenin olabilmesi için tarımın ihmal edilmesi veya böyle bir algıya kapılmada yatmaktadır. Tarımla uğraşan, tarımda ileri giden toplumlar sanayileşemez fikri belirli bürokratlar tarafından benimsenince tarım üvey evlat muamelesi bile göremez oldu. Köyden kente göçün hızlandığı bir dönemde, tarımla uğraşacak genç jenerasyonun şehre kaydırılması, kırsal nüfusun düşürülmesinin gelişmenin gereği olarak görülmesi sonucunda tarımla uğraşacak insanın azalması önemli bir etken olmuştur. Dünyanın tarım alanında gelişmiş ülkelerini bakıldığında, tarımsal üretim ve gelişim ana parametre olarak alınmış, tarımsal faaliyetler ve tarımla uğraşanlar devletler tarafından desteklenmiştir. Tarımın sübvanse edilmeden rekabet edebilmesi günümüz teknolojisinde mümkün değildir.

Türkiye bir tarım ülkesidir, kalkınması ve gelişimi ancak tarım ve tarıma dayalı sanayi ile olabilir. Bu düşünce ülkenin teknoloji ve sanayileşmede gelişmesinin önünde engel değil, aksine bu gelişmeyi sürükleyen bir parametredir. Asıl engel tarımın ihmal edilmesidir. Ülke olarak son 30-40 yıldır tarımı 2. hatta 3. plana attık, üretimi ve ihracatı destekleme yerine ithalatı destekledik, hatta iç piyasa dengesinde ithalatı baskı unsuru olarak kullandık. Tarımda bilgi, teknoloji ve üretimi destekleme yerine, üretimi engelleyici tedbirleri geliştirdik, bitkisel ve hayvansal üretimdeki geniş üretim yelpazemizi daraltarak, genetik materyallerimizi koruyamadık ve gen kaynaklarımızın yok olmasına göz yumduk. 1980'lerde Ziraat ve Veteriner Fakültelerine en başarılı gençler giderken, istihdam politikası sonucunda bu fakültelere giden öğrencilerinin kalitesini çok düşürdük, hatta toplumda Ziraat Mühendisliğimi… dedirtecek bir algıyı oluşturarak bilinç altında tarımımızı sıfırladık. Bu olumsuzlukları satırlarca yazmak mümkün, gelinen sürece sorumlu yaratmakta mümkün, bence bu sürecin sorumlusu bu ülkede 40 yıldır siyaset yapan iktidarı ve muhalefeti ile herkes, bu ülkenin üniversiteleri ve Ziraat Fakülteleridir. Birinin sorumluluğu diğerinden az veya çok olabilir ama gelinen sonuçta hepimizin bir katkısı bulunmaktadır.

Türkiye bir tarım ülkesidir, bugün değil 80 milyonu 380 milyonu bakabilecek potansiyele ve bilgi birikimine sahiptir. Yeter ki tarımı bu ülkenin lokomotifi olarak görelim, ülke olarak politikalarımızı buna göre revize edelim. Ülkemizin çevresi ile ilişkileri, gelişmesi, sanayisi, bilimi velhasıl muasır medeniyet seviyesine ulaşması tarımdan geçmektedir. Ülkemizin kasasına para gireceği en temel ve yegane üretim tarım ve tarıma dayalı sanayidir. Bu konuda en alttan en üste kadar hepimize düşen sorumluluk ve görevler bulunmaktadır. Haydi taşın altına elimizi hep birlikte koyalım, yoksa Suriye'de üretilen patatese, Irak'ta üretilen soğana mahkum oluruz…