24 Haziran seçimleri sonrası sosyal medya hesabımdan yaptığım bir paylaşımda "Biat kültürü, itiraz kültürünü 52-48 yendi" diye yazdığımda bunu idrak edemeyenler oldu. Hele "Aslında bunda şaşılacak bir şey yok, biat kültürü beş yüz senedir bu topraklarda genellikle itiraz kültürüne karşı hep galip geliyor" diye yazınca "Anadolu kültür tarihi" konusundan bihaber bazı takipçilerden "Osmanlı düşmanlığı" suçlamaları bile geldi!

Oysa biat kültürü ile itiraz kültürünün kavgası, dünya tarihi kadar eskidir. Kayıtsız şartsız bağlılık isteyen siyasi otoriteler ile ona direnenlerin mücadelesi medeniyet tarihiyle beraber başlar. Yani tek başına Türk - İslam tarihiyle ya da Anadolu coğrafyasıyla sınırlanabilecek bir çatışmadan bahsetmiyoruz.

"Biat kelimesinin İslam terminolojisindeki karşılığı" ile "biat kültürünü" karıştıran bir anlayış da var... "Allah'a ve Peygambere kayıtsız şartsız bağlılık" manasındaki biat terimi, dört halife döneminden itibaren tedricen siyasi bir hal aldı. Aradan geçen asırlar içinde biat kültürüyle mana bakımından yakınlaştı. Üstelik bu durum, "kula kulluk etmeyi yasaklayan" İslamiyet'in özüne kesinlikle aykırı olduğu halde!

Türk medeniyetinde biat kültürü, katı aşiret/boy düzeninin hakim olduğu uzun asırlar boyunca, dünya tarihine paralel biçimde son derece baskın bir karakter gösterir. Ancak bunun istisnaları da vardır. İktidar mücadelesinin alevlendiği dönemlerde itiraz kültürü baş gösterse de baskın biat kültürüne karşı etkisi genellikle zayıf kalmıştır.

Türk İtiraz kültürü, eylemsellikten çok asırlar boyunca masal kahramanları, menkıbeler ve fıkralar üzerinden yaşadı. Keloğlan, Nasreddin Hoca, Dede Korkut gibi figürler, çoğunlukla gizlenmiş mesajlar içinde itiraz kültürünü yaşattılar.

Türklerde itiraz kültürünün kök salması, İslamiyet sonrası döneme rastlar. Onuncu Yüzyılda yaşayan ve Ehli Sünnetin iki itikat imamından biri sayılan Maturidi, aynı zamanda bilime barışık İslam öğretisiyle öne çıkan bir "itiraz figürü" oldu. "İbadetler imana dahil değildir. Farzın farz olduğuna inanmak kafidir. Tembellik nedeniyle ibadetini aksatan kafir olmaz." diyen İmam Maturidi, "Dinin aslında olmayan ve sonradan eklenen (bid'at) itikat ve ibadetleri büyük günah" olarak tanımlıyordu.

1093 doğumlu Hoca Ahmet Yesevi de Türk İslam itiraz kültüründe önemli bir figür olarak karşımıza çıkıyor. "Kafir olsa bile kimsenin kalbini kırmayın, zira kalp kırmak Allah'ı incitir." diyen Yesevi, "Malının çokluğuyla övünen Karun bile malının hayrını görmedi, toprak olup gitti." sözüyle itiraz kültürünün duvarlarına tuğla koyan isimler arasına girdi.

Oğuz boylarının Anadolu'ya göç süreci ve Selçuklu Devleti döneminde itiraz kültürü ciddi biçimde güçlendi. Öyle ki halk ayaklanmaları, saray darbeleri, toplumsal muhalefet, harici mezheplerin başkaldırısı bu dönemin tarihine damga vuran olaylardı.

Selçuklu devletinin tarih sahnesinden çekilmesi ve Moğol işgali sonrası dönemde itiraz kültürü, Osmanlı Beyliğini Cihan İmparatorluğuna taşıyan esas faktör oldu. Alperen dervişler, hikmet sahibi evliyalar, akıncı beyleri, kentleri Türkleştiren ekonomik güç ahi teşkilatları üzerinden yükselen itiraz kültürü yüz elli sene içinde büyük bir İmparatorluğa beşiklik eden sosyal dokuyu yarattı. Bu yapı öyle güçlüydü ki Ankara Savaşı sonrası Timur'un imparatorluğu dağılma aşamasına getirdiği fetret döneminin atlatılmasında büyük katkısı oldu.

Kuruluş ve erken yükseliş dönemi Padişahları bile itiraz kültüründen geliyordu. Misal Fatih Sultan Mehmet, Varna Savaşı öncesi babasına "Hükümdar sizseniz ordunuzun başına geçiniz, yok eğer ben isem emrediyorum ordunun başına geçiniz" dediğinde henüz on iki yaşındaydı.

Osmanlı döneminde itiraz kültürünün gerileyerek biat kültürünün iktidarı ele geçirmesi, 16. Yüzyılın ilk çeyreğinde Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethi sonrasına denk gelir. Padişahın aynı zamanda halife olmasıyla birlikte Arap coğrafyasındaki güçlü biat kültürü hızla İstanbul'a taşındı. İtiraz kültürü iktidardan tedricen düştü, biat kültürü hızla güç kazandı.

Buna karşın aynı dönemde Avrupa'da reform ve Rönesans hareketleriyle itiraz kültürü iktidara geldi. Böylece hem bilimsel ilerleme hem de coğrafi keşifler batı coğrafyasını zenginleştirdi.

Osmanlı İmparatorluğu ise dört asır içinde önce yükselişini tamamladı, sonra durakladı, geriledi ve ardından çöktü.

Bütün bunlar olurken itiraz kültürü epeyce direndi aslında. Yeniçeri ayaklanmaları, bazı aydınlar ve komutanların yaptığı açılımlar, saray çevresindeki itiraz hareketleriydi. Buna karşın halk içinde de bazı sosyal tepkiler görüldü. Bunlardan bir bölümü Lale Devri sonrası meydana gelen Patrona Halil Ayaklanması gibi yıkıcı ve kontrolsüz hareketlerdi. Bir kısmı ise Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu gibi halk figürlerinde karşılık budu.

Osmanlı'nın çöküş döneminde ise İttihat Terakki ve Jön Türkler vasıtasıyla aydınlar arasında kendini gösteren itiraz kültürü, esasen eşkıya sayılabilecek yöresel isimler ile biat kültürüne direndi.

Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mayıs 1919'da başlattığı Kurtuluş Savaşı, Türk itiraz kültürünün tarihe attığı en güçlü imza oldu. Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve ardından Atatürk dönemindeki devrimler itiraz kültürünün iktidar başarıları oldu.

Atatürk'ün vefatının ardından 2. Dünya Savaşı yılları sonrası dönemde itiraz kültürünün bu defa demokrat parti bünyesinde ete kemiğe büründüğünü ve milli şef dönemini iktidardan indirdiğini görüyoruz.

  1. Yüzyıl boyunca yaşanan askeri darbeler sonrası Türk toplumunun gösterdiği demokratik dönüşler itiraz kültürünün toplumda diri kaldığını gösteriyor. Ak Parti'nin ilk dönemindeki toplumda bulduğu karşılığı da aslında böyle okumak lazım.

Ancak son yıllarda basının tekelleşmesi, üniversitelerin özerkliğini yitirmesi, kamu kurumlarının hızla siyasallaşması gibi faktörler, itiraz kültürünü baskılamaya başladı. Son anayasa değişikliği ve OHAL süreci demokratik refleksleri azalttı. Darbe girişimi ve sınırlarımızdaki tehditler nedeniyle oluşan milli duruşa katkı vermek adına, itiraz kültürü otokontrol uygulayarak sesini alçalttı.

Aslında bu durumun günlük hayatımıza en önemli yansıması adalet sistemi ve ekonomide artan şikayetler oldu galiba. Yerel seçimlerden sonraya mı kalır bilemiyorum, ama Türkiye'nin yeniden itiraz kültürüne nefes alacak bir atmosfer üretmesi gerekiyor. Aksi halde katı biat kültürünün bizi götüreceği yer, Osmanlı tecrübesindekinden ne kadar farklı olabilir ki?