Osmanlı Devleti,kurulduğundan 150 yıl sonra İstanbul'u fethedebilmiştir.Önce çevredeki yerleri almış,hisar yapmış,Macaristan'dan getirttiği ustalara büyük toplar döktürmüş ve Kostantiniyye'de mezhep kavgasına tutuşmuş,meleklerin cinsiyetini tartışacak kadar çürümüş ruhban sınıfının yönetimine karadan yürüttüğü gemileriyle son vermiştir.

Batıda da milyonlarca insan, kıtlık, veba ve savaşlarda ölürken,insanlara cennet anahtarı satıp iyice zenginleşen kilisenin etkisiyle karanlık 'Orta Çağ' yaşanırken; üç kıtada 3 milyon km karelik bir imparatorluk oluşturulmuştur.

Batı, kendi karanlığını yırtıp kilisenin egemenliğine son vererek aklın ve bilimin öncülüğünde art arda buluşlar ve keşifler yapıyor, sanayi devrimini oluşturduğunda ise bu gelişmelere ayak uyduramayan iki imparatorluk(Osmanlı ve Rusya)20.yy. başında I.Dünya Savaşı ile birlikte çökmüştür.

Bu vatan, I.Dünya Savaşı'na gelene kadar, Balkanlar, Trablusgarp, Yemen, Çanakkale, Sarıkamış'ta ve ardından İstiklal Harbi'nde, milyonlarca evladını şehit vermiştir.

Anadolu evlatları, bu savaşlarda, düşman kurşunlarından daha çok; açlık,soğuk ve tifüsten(bit) yaşamını kaybederken ;savaştan kaçanlar,vurguncular,karaborsacılar,rüşvetle arazi kapatan Osmanlı artıkları küplerini doldurmuşlardır.

Kurulan yeni cumhuriyeti de kısa sürede ele geçirip içten içe kemirmişler; gelişip büyümesine, demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir yapıya dönüşmesine de fırsat vermemişlerdir.

Toplumun yoksul kesimlerini de her dönem 'takke ve seccade siyaseti' yürüterek kandırmışlardır.

Ekonomik ve bürokratik yapısının neredeyse tamamını ele geçirdikleri devleti, bir uçurumun kıyısına getiren salya –sümük ağlayıp yaşlarını üstüne başına sürerek ikide bir takkesini düzelten bir 'meczup'u, beş yıl öncesine kadar kitlelere bir 'mehdi' gibi lanse edenlerde bu aralar bir 'Osmanlı hayranlığı' zuhur etmiştir.