Zirveye o kadar yakınız ki?
Kararan bulutlar, kulakları tırmalayan sesler?
Aralıklı yağmur damlalarına eşlik eden gök gürültüleri?
Gök gürültüsü ve yeryüzüne çizgi halinde inen aydınlığın verdiği tedirginlik.
Gürültü ve şimşeğin nereden çıkacağı belli olmuyor.
İnanılmaz ürperti veriyor insana.
Mesudiye'nin en büyük dağına birkaç dakikalığına da olsa vakit ayırabilecek miyiz?
Telefonumuzdaki şarjda yüzde onların altında.
Bunlar 'Buraya kadar izin vardı, artık geri dönün' talimatı mı?
Zirvelerin sisi, dumanı görüş alanımızı engeller diye düşünürken, kararmış bulutların arasından Sivas, Ordu ve Giresun topraklarını göreceğimiz 2300 rakımda bulduk kendimizi.
Dağın eteğinde Kızılağaç yaylası, az sonra patlayacak fırtına öncesi sessizliğe sahip.
Ufukta Yeşilce ve Mesudiye tarafına giden yolda, tek tük birkaç araç.
O sırada ani ve şiddetli bir yağmur.
Öyle damlalar ki; bu kadar mı büyük olur yağmur damlacıkları tarzında.
Zirvede aklımıza bin bir çeşit duygu gelirken, burayı hızla terk etmeliyiz.
Yıldırım adı bu bölgeye sık sık düşen yıldırımlardan mı geliyordu?
Bu arada yağışın şekli yağmurdan doluya döndü.
Belli ki dağdan inişimiz çok ama çok sıkıntılı olacak.
Öylesine çıplak bir arazideyiz ki sığınacak bir yer bulmak imkânsız?
Fındık büyüklüğündeki dolu, şimşek çakması ve korkunç gök gürültüleri?
Belki de farkına varmadığımız çevreye düşen yıldırım?
Birkaç dakikalık çektiğimiz video sonrası telefonumuzun kapanışı belki de avantajımız.
Hızla aşağıya inmeye odaklanırken, muhtemel yıldırım tehlikesine karşı, kayalıklara yaslanmanın güvenli olacağı konusunda da fikrimiz yok. Beklesek de yürüsek de ıslanmaktan başka şansımız yok. Zirvede on dakika kalmadan, mümkün olduğunca dik iniyoruz ki bir an önce orman bölgesine ulaşalım. İnişin çıkıştan zor olduğunu yaşarken dilimizde dualar.
Şapkamız şiddetli dolu tanelerini kısmen engellese dahi kulaklarımız göklerden gelen gürültüye, vücudumuz da dolu tanelerine teslim olmuş durumda. İnişimizi zorlaştıran bir etkende volkanik kayalar ve otların ıslanması. Ama bizi korkutan en büyük tehlike yıldırım.
Başımızı kaldırıp çevreye bakınca, tedirginliğimizi artıracak tehlike geniş bir alana dağılmış, bizde o tehlike bölgesinin tam ortasındaydık.
Şimşek ve gök gürültüsü bir bakıyoruz tepemizde, bir bakıyoruz önümüzde, arada bir dağın öbür yüzünde. Korkumuz, yakınımıza, daha da kötüsü üzerimize yıldırım düşerse?
Aldığımız tek önlem Ayşegül Hanım ile aramıza koyduğumuz yirmi metrelik ara.
Yıldırım tehlikesine karşı birimiz ayakta kalır düşüncesi çok farklı bir duygu.
Büyük bir heyecanla başlayan tırmanışın dönüşündeki duygularımız ise böyleydi.
İkimizin ağzını bıçak açmazken, içimize kadar sırılsıklam olmuştuk.
Hasta olma riskini, sürekli hareket ederek aşmaya çalışıyoruz.
Eriçok dağına baktığımızda bir anda bembeyaz bir örtü, bBizde o örtünün tam ortasındayız.
Köşe yaylası görüş alanına ulaşmaya çalışırken, dönüşte buluşacağımız Sercan'ın endişeleri ve bu fırtınada neler yaptığı da aklımızdan geçiyordu.
Aşağılara indikçe üşüyen kollarımızın birden ısındığını hissediyoruz.
Fırtınanın içinde üşüdüğümüzün bile farkında değilmişiz.
Ve ufukta Köşe yaylasını görmek mutlu ediyor bizi.
Eriçok Dağına dönüp son kez bakarken, sarıçiçeklerin arasında ufukta Sercan ve koyunları gözüküyor. Sercan 'O kadar korktum ki. Geldiğiniz yerlere yıldırım düştü galiba. İyi ki hayattasınız' diyor. Başka birisinin gözüyle yaşadığımız tehlikeyi daha iyi anlayabiliyoruz.
Sercan'ı koyunlarıyla baş başa bırakıp dağın eteklerinde vedalaştığımızda hava sakinleşmiş, yağmur kesilmiş, vadilerden gökyüzüne duman bulutları yükseliyordu.
Biz ise yayla düzündeki aracımıza kendimizi atınca rahat bir nefes aldık.
Unutulmaz bir macera gelip geçmişti.
'Eriçok Dağına Bir Daha Çıkmak mı?'
O güzelim manzaraları yeniden görebilme adına.
Bu sefer farklı bir rotadan yine evet diyorum.