Öncelikle haber metniyle başlayalım: 'Samsun'da UH-DE Uhuvvet ve İnfak Derneği'nin bedensel engelli Başkanı Hüseyin Kılınç, mazlumlara gariplere ve çaresizlere yardım yapmak için mücadele ettiği dernekte tek başına hayata gözlerini yumması, sosyal medyada 'Ebu Zer' benzetmelerine neden oldu. Samsun'da bulunan mültecilere yaptığı yardımlarla tanınan ve mültecilerle ilgili sorunların kamuoyuna duyurulmasında aykırı çıkışları olan bedensel engelline rağmen gece gündüz çaresiz insanlar için mücadele ediyordu.'

Ölüm haberini alınca canım çok acıdı. Garip'di. Garip ve mazlumlardan yanaydı. Garip ve mazlum öldü. Kimsesizlerin kimsesiydi, kimsesiz öldü Hüseyin. 20 yıldır tanıyordum. 2000'lerdeki İntifada'yı konuşacaktık TV Programıma davet etmiştim. Şimdi o çok cevval, cesur gördüklerinizden bazıları, korkudan bırakın programa çıkıp Müslüman'ca itirazda bulunmayı, Müslümanlıklarını korkudan evlerinden bile dışarı çıkamıyorlardı. Bilenler bilir! Çok samimi olmasak bile hal hatır sormanın ötesinde bilirdim sıkıntılarını. Çaresizliklerini. O çaresizliklerin onda oluşturduğu öfke patlamalarını, psikolojik yansıtmalarını da. Hatta Belediye ile ters düşmesinin tamamen kendi hatası olduğunu, ona açılan kapıları görmezden gelerek protest kişiliğin kendi tercihi olduğunu da sık sık hatırlatmıştım. Bir daha aynı hataya düşmesin istiyordum. Bir sürü sıkıntı içinde herkes. Öyle kolay mı öz evlat gibi birileri seni anlamaya çalışacak. Onun için vefatını duyar duymaz 'Anlamaya çalışmadılar!' Diyerek kızmaya da başladım.

Çok yorulmuştu. En çok da kendi kendini yormuştu. Vicdanı olanın gördüğü biriydi Hüseyin.

Vicdanını kaybetmiş bir çağda
Vicdanını kaybetmiş
Menfaat çarkında
Elbette yeri yoktu.
Olmadı, olmayacaktı da.
Engelliydi üstelik.
Engelinin getirdiği öfke patlamalarını

Kimse umursamayacaktı bile.

Herkesin dünya kadar işi vardı.

Hüseyin'e mi kafa yoracaklardı?

Oysa onun tanımıyla çevresindekiler

Afrika'da ki Mora'daki kardeşlerinin

Derdiyle dertlenen muvahhid ve dahi mücahid

Bilumum yüksek derecede Müslüman idiler.

Çok güzel cümleler kurar, çok güzel konuşurdular üstelik.

Edebiyatın anasını ağlatır, babasını küstürürdüler.

Mangalda ne bir zerre kül kalırdı ne tertemiz iddialarında leke…

Edebiyatını yapardılar, dedim ya ta başta.

Güzel insanlar güzel dostlarımız elbette müstesnadır.

Bunun niye yazıyorum biliyor musunuz? Hayatında Hüseyin olmayan insanlar öyle bir görüntü veriyorlar ki, sanırsın Hüseyin'e kucak açmış 40 yıllık dost ve kardeşler. Sanki onu kendilerinden uzak tutmamış insanlar! Bu kadar riyakarlık niye? Anlayamıyorum.

Müslümanlar, tek ve büyük bir dinin yenilgi görmüş, toparlanamamış, eksik çocuklarıdır. Çok şeyi anlamak mümkün, söylemek de. Kusursuzluk zaten ancak Hakk'a aittir. Ne ki, ağızlardan çıkan laflar büyük gardaşım! Gani sanılan gönlüne kendi egolarını bile sığdıramayanlardan, oturacak yer bulamıyoruz. Peşin hükümler peşin yargılar yiyip tüketiyor zihinleri. Bir insanın anlayıp öyle yargılamanın ne demek olduğunu bile bilmiyoruz. Kimse kimsenin umurunda değil ama umurundaymış gibi rol kesiyor.

Bir ihtiyacı karşılar gibi, yürekte bir acıyı dindirmeye çalışmak hala çok uzaklarda. Hala acılarını içine gömmüşleri anlayacak gönüle sahip değiliz. Hala tahammül eşiğimiz çok düşük. Hala sıkıntı kişiyi bulmadıkça, sıkıntılının derdini kavramak çok uzak. Kimse kimseyi anlamaya çalışarak kardeşlik hukuku geliştirmiyor. Hele onun gibi engeliyle hüzün dolu yaşamıyla onu anlamaya çalışarak yardım etmek, epey zahmetliydi ve çoktan da çok uzaktı.

Ölümü ardından en iyisini Ahmet Ufuk yaptı. ' Ardından ağlayanlara da diyeceğim şudur: sağlığında ne yaptınız? Gariban derneğinde ölmüş. Ben rahatım. Diyeceğimi yüzüne demiştim. Ermişlik vermeyin. Rahmet dileyin...'

Rabbim rahmetiyle karşılasın Hüseyni. Hüseynin imdadına koştuğu garip gurebanın imdadına , başka Hüseyinler yetiştirsin.

Güzel günlere, vefaya, dostluğa, insanlığa uyanın

Sağlıcakla kalın efendim.