Ramazan ayı başladı derken hızla geçiyor.
Kutsal ayın güzelliklerini, her akşam farklı bir hasta evinde yaşıyoruz.
Vefa dolu duygular paylaşılıyor,‘Aileleri Evde Ziyaret ve Kardeşlik Projesi’nde.
Önceden konuk olduğumuz evlerin kapılarını bu ay biraz daha farklı çalarak emanetleri teslim ediyoruz. Ayın rahmetine münhasır davetlerden de geri kalmamaya çalışıyoruz.
Bazen kendi başımıza, genelde de bize eşlik eden ailelerle…
Farklı evler ve mahallelerde sofralarda paylaşıyoruz, içeceğimiz suları.
Başkalarının ziyaretlere katılmalarında ısrarlıyız; tabloda yer alanların memnuniyetiyle amaç yerini buluyor çünkü.
Ailelerin “Davetimize gelirler mi?” tereddüdüne fırsat vermeden koşuyoruz sofralarına.
Bir su ve çorbanın yeteceğini söylesek de çıkarıyorlar ellerinde ne varsa.
Amaç nefsi tatmin değil elbette; asıl amaç duyguların paylaşımı.

Çınarlık Yalı Mahallesi’nde eşini altı yıl önce kaybeden, beş çocuğuyla sade bir yaşam sürdüren anneye davetliyiz. Küçük kızları lösemi tedavisini tamamlamış durumda.
Nedense biraz gecikiyoruz, evlerine giderken.
Heyecanla beklediklerini hissediyoruz telefonda konuşurlarken. İftar olmasına rağmen beş çocuğuyla akşamın taze karanlığında bizleri beklediklerini görünce duygulanıyoruz. Ayrılırken aracımıza bahçelerinin ürünü biber ve fasulyeleri yerleştirirlerken yaşamın anlamını düşünüyoruz.
“Sizin ilginizle bu ikramımızaynı değil ki!” diyerek alçakgönüllülüklerini gösteriyorlar.
Yetimler boynumuza sarılıyor, mutlu oluyorlar yalnız kalmadıkları duygusuyla.
Seviniyoruz, seviniyorlar; başkalarının sevinmesine vesile oluyoruz.

Sonraki akşam Kazım Karabekir Mahallesi’nde.
Lösemiyi yenen başka birkızımızın evindeyiz.
Öğrenmişler mısır ekmeği ve yoğurda düşkünlüğümü; iftar saati hummalı bir çalışma.
Sanki bir takım asker doyuracaklar, masada o kadar çeşit var ki.
“Üç kişi geleceğim dedim, on kişi değil!” diyorum.
Gülümsüyorlar.“Olsun, siz bereketinizle geldiniz.” diyorlar.
Bereket sofradakilerden ibaret değil, duygular da o bereketin içinde.
Gülen yüzlerin eksik olmadığı evde,ailenin küçük kızı Elif inmiyor kucağımızdan.
İnşaatlarda yıpranmış baba zorluklara rağmen şükrediyor, bulunduğu ortama. Oğlunun harçlığını çıkaracak iş bulmasından duyduğu memnuniyeti paylaşıyor bizimle.
Sofrada “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.” diyor,emeğiyle ailesinin rızkını kazanan baba.
Aile o kadar cömert ki sofrada kalanlardan paket yapıyorlar.
Elimize tutuşturuyorlar yiyemediklerimizi; mısır ekmeği başta olmak üzere.
Ramazanda gönüller buluşuyor, sofralar bahane edilerek.
Dostluklar pekişiyor, tutulan oruçlarla beraber.
Bir selamla başlayan kaynaşma kartopu gibi büyümüş.
Lösemiyi yenen çocuklarımızın evinde mideler değil, gönüller doyuyor.