Medyada yazılan yazılarda ve televizyondaki görsellerde, herkesin ağzından, milliyet ve geleneklerimizle ilgili konuşmalar eksik olmuyor. Yalnız, nelerin konuşulduğunu ve nereye gidilmek istenildiği düşünüldüğü zaman, büyük bir çoğunluğun bir şey ifade etmediği ve suyu bulandırmaktan öteye bir anlam taşımadığı da ortaya çıkarmaktadır. Konuşmacıların büyük bir çoğunluğunda aykırı bir şeyler söyleyerek, nasıl öne çıkarak meşhur olurumun ötesinde anlamlı bir ifadeleri de yoktur. Sözde ülkemiz ile ilgili konularında bilgili olanlar oturuma davet edilmektedir. İki veya üç saatlik konuşmaların sonunda gerçek anlamda bir öneri ortaya çıkmadan ve oturumun başlamasından önceki durumdan daha karışık durum ortaya çıkmaktadır. Toplantıyı düzenleyenler, özellikle birbiri ile zıt fikirleri olan şahısları seçmekte ve toplantı baştan sona onların çekişmeleri ile geçmektedir. Her oturumdan sonra da çözüme ait öneriler başka bir toplantıya kalmaktadır. Bu bakımdan bu toplantı ve konuşmalardan bir şey beklemek, hakka yarar önerileri işitmek de mümkün olmamaktadır.

Her konuşmacı konuşmasına, Âdem ile başlamaktadır. Anadolu Selçuklularından başlayarak, Osmanlı İmparatorluğuna gelmekte ve sonra da, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ve Cumhuriyeti kuranların yaptığı hatalardan bahsedilerek, Osmanlılarda işlerin çok güzel yürüdüğü ifade edilmektedir. Şunu açıkça ifade etmek gerekir ise, Osmanlı İmparatorluğu zamanına göre işlevlerini yerine getirmiştir. Bilimsel ve teknoloji bakımından batıdan çok geri kaldığı için de varlığı son bulmuştur. Bugünün anlayışı demokrasi üzerinde yoğunlaşmamızı gerektirmektedir. Elbette, Osmanlı döneminde veya Cumhuriyete geçişte birçok hatalar olmuş olabilir. Yalnız, ilan edilmesinin 93. yılını kutlayarak yaşadığımız Cumhuriyetimiz, bize verilen en büyük armağandır. Cumhuriyeti bize armağan eden, başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının en büyük armağanı ortada dururken, kemiksiz dillerinin dönebildiği kadarı ile, onları tenkit için neler neler söylendiğini hayretle izliyoruz. Demokrat Parti'nin iktidarda olduğu dönemde çıkarılan, Atatürk'ü koruma kanunu (5186 sayılı, 1951 yılında çıkarılan kanun) ile ona iyilik mi yapıldığını veya korunmaya muhtaç birisi olarak mı, lanse edilmek istendiğini anlamak mümkün değildir. M. Kemal Atatürk, anıtkabir gibi bir yapı da istememiştir. Zira, onun kabri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kalbindedir. Yalnız burada gerçek olarak ortaya çıkan şudur ki, M. Kemal Atatürk'ü kötüleyenler bir şekilde, bir yerlere gelmektedir. Kendini tarihçi zanneden bazı kimselerin ağızlarından çıkanları kulakları duymamaktadır. Bütün küfürlerin temeli, Rıza Nur'un hatıralarındaki ifadelere dayanmaktadır. Gerek Osmanlı döneminde ve gerekse Cumhuriyet döneminde bu ülkeye hizmet etmiş atalarımızı bu kadar kötü sözlerle gündeme getirmek, suyu bulandırmaktan öteye bir anlam ifade etmez. Ancak, ülkemizi daha ileriye taşıyacak önerilerden yoksun ve tarihle çelişen dedikodudan ibaret ifadelerle bir yerlere varmak mümkün değildir. Maalesef günümüzde ise, bu tip insanların sözleri ve ifadeleri prim yapmaktadır. 'Olsa ile bulsa biraraya gelse, olmuş olurdu' gibi afaki sözlerin anlamı yoktur. Gerçek olarak tarihi ve onun felsefesini bilenler, tarihteki yapılan hatalardan ders çıkararak, ülkemizi muasır medeniyete taşıyacak olan önerileri ortaya koyarlar, mücadele ederler. Dedikodu olarak nitelendireceğimiz fikirlerle bir yere gitmek mümkün değildir. Saygılarımla.