Öyle bir koşturuyoruz ki…
Hedeflerin ardı arkası gelmiyor.
Bakıyorsun zaman da bize yetmiyor.
Günleri de bozuk para gibi cömertçe harcıyoruz.
Göreceli olsa da bu koşuda ne kadar mutluyuz?
Ya da zenginliğin bize göre ölçüsü nedir acaba?
Bazen alınan bir araba sevinçleri zirveye taşırken…
Bazen yıllar sonra ev sahibi olmakla huzuru buluyoruz.
Gerçekten bu böyle mi?
Mutluluk ve zenginliğin kesiştiği yer neresi?
Tuttuğumuz takımın galibiyetiyle yaşadıklarımız mı mutluluğun ölçüsü?
Ya da yüzlerce insan çalıştıran fabrikaya sahip olmak mı zenginliğin ölçüsü?
Sabancı'nın 'Engelli oğlumun ayağa kalkması için tüm variyetimden vazgeçerim.' sözleri ne kadar düşündürücü, değil mi?
Varlık içinde çaresizliğin getirdiği yoksulluk…
Belki de zenginlikler fark edilmediği için mutlu olamıyoruz.
Bazen o zenginlikler sözde fark edilir gibi görülse de, birkaç dakikada hepsi unutuluyor. Geçenlerde bir arkadaşım anısını paylaşıyor.
'Yeğenim beyin tümörü ile mücadele ediyordu. Tedaviler o kadar ağır geçiyordu ki aileye telefon açma cesaretimiz yoktu. Bir gün hastamızın günlerce bitkisel hayatta olduğunu bildiğimizden anneye korkarak telefon açtığımızda, annesinin ses tonuyla çok şaşırmıştık. Öylesine mutluydu ki; günlerce yapılan tüm telkinlere annenin 'Parmağını oynattı bugün o kadar mutluyuz ki!' diye karşılık vermesiyle çok duygulanmıştık.'
Umudun her şeye rağmen kaybedilmemesi kadar güzel bir şey yok.
Zenginlik ve mutlulukta yaşamın ince noktası burası.
Hep bir şeylerin peşinden koşuyor, yarınlarda daha güzel günleri hedefliyoruz.
Günlerce kızının başucunda kendisine bir 'anne' sözcüğünü duymak isteyen anne var ya…
O günü umutla beklerken, 'parmağını oynattı' diyerek o anda dünyanın en mutlusu olduğunu ifade eden anneyi eğer anlayamazsak…

Dünya bizim olsa, ne zenginliğimizi fark ederiz,
Ne de mutluluğun tadına alırız.
Sınırlı ömrümüzde nefes alıp vermekten öteye geçmeyen,
Garip bir varlık oluruz.