İngilizce ifadesi ile "Balkanisation" kelimesi, son dönemde uluslararası siyasal bilimler literatürüne girmiş bir terim...

"İrili ufaklı her etnik topluluğun kendi bağımsızlığını ilan etme çabasına girmesi, buna bağlı olarak coğrafyanın parçalanması ve sonu gelmeyen etnik çatışmaların çıkması" anlamına gelen bir sözcük...

Bizde önce "Balkanizasyon" diye tabir ediliyordu, son dönemde "Balkanlaşma" diye Türkçeleştirilmeye başlandı.

Bu terim, adını Balkanlar'dan alıyor. Malum, Balkan coğrafyası 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren başlayan ve giderek bölgeyi saran "mikro milliyetçilik" nedeniyle iki asırdır parçalanmaya devam ediliyor.

Çok uzaklara gitmeye gerek yok: 1990'larda tek devlet olan Balkan devleti Yugoslavya, birkaç sene içinde önce beşe bölündü. O da yetmedi, bu ülkelerden biri olan Sırbistan'dan Kosova ve Karadağ diye iki yeni ülke daha çıktı. Bugün Bosna ve Makedonya'da siyasal yapı, büyük ölçüde etnik anlayışla şekillenmiş durumda... Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya gibi nispeten daha oturmuş gibi duran ülkelerde bile uyuyan etnik karışıklık tohumlarının varlığı biliniyor.

KUZEY IRAK'TAN YAYILAN FİTNE

Dünyada Balkanlaşma potansiyeli taşıyan bölgeler olarak şimdiye kadar Kafkasya ve başta Rusya olmak üzere kimi Avrupa ve Asya ülkelerine işaret ediliyordu. Ancak, Kuzey Irak'taki sözde Kürdistan özerk bölgesinin başkanı Barzani'nin 25 Eylül'de "bağımsızlık" için halk oylaması yapma kararı almasıyla birlikte Balkanlaşma tehlikesi yanı başımıza dayanmış oldu.

Barzani, önceleri Erbil, Süleymaniye ve Dohuk gibi etnik Kürt nüfusun kalabalık olduğu ve Irak anayasasına göre özerklik ilan ettiği bölgelerde bir referandum yapacağını açıklamıştı. Ancak sonradan Kerkük, Musul, Sincar ve Telafer gibi Türkmen ve Arap nüfusun kalabalık olduğu kentleri de kapsayacak biçimde referandum sınırını genişletti.

Irak merkezi hükümeti, bu referandum kararını kendi anayasasına aykırı buluyor ve karşı çıkıyor. İran bu referanduma karşı olduğunu söylerken Türkiye de "uygun bulmadığını" ifade ediyor. Ancak görünen o ki Türkiye'nin itirazları beklendiği kadar üst perdeden çıkmıyor. Anlaşıldığı kadarıyla Ankara, daha ziyade kapalı kapıların ardında bu referandumun arkasındaki esas güç olan Amerika'yı ikna etmeye çalışıyor.

Lakin görünen köy kılavuz istemiyor: Amerika, önce bağımsız bir Barzanistan kurduracak, sonra da Suriye'deki PKK/PYD kantonlarını bu Kürt devletine eklemlendirmeyi deneyecek.

Bu devletin kurulmasına karşı olan Irak, İran, Türkiye ve Suriye dörtlüsünün içinden askeri güç kullanıp engellemeye kalkan çıkar mı, bunu zaman gösterecek. Türkiye, şimdilik bu yangının batıya doğru sıçramasını engellemeye çalışıyor. Fırat Kalkanı kapsamında asker yerleştirdiğimiz Suriye'deki Cerablus, Azez ve El Bab kasabalarının yanı sıra, PKK'nın elindeki Afrin ve bazı şeriatçı güçlerin elindeki İdlip kentlerine de girebilmek için uygun uluslararası konjonktür oluşturmaya çalışıyor. Bunu başarabilirsek kurulmak istenen Kürt devletinin, Akdeniz'e uzanmasına mani olunabileceği hesaplanıyor.

BALKANLAŞMA, BULAŞICI...

Barzani'nin yapmaya çalıştığı referandum, bağımsız bir Kürt devletinin önünü açmakla kalmayacak, belki de bölgede pandoranın kutusunun açılmasına sebep olacak.

Irak ve Suriye'de yaşayan Türkmenler ve Sünni Araplar için bu durum emsal teşkil edecektir. Arap yarımadasında yaşayan diğer etnik gruplar da bu açılan kapıdan girmeyi deneyecektir. Suudi Arabistan ve Yemen'de yaşayan Şii azınlıklar, bu gelişmeleri emsal gösterecektir. Lübnan, Ürdün ve Umman gibi ülkelerde de buna benzer kıpırdanmalar kaçınılmaz olacaktır.

Bu arada bir parantezi de İran için açmak lazım: Tarihi devlet birikimi ve Şiilik etrafında birarada tuttuğu etnik gruplara ev sahipliği yapan bu büyük ülke de "Balkanlaşma" hastalığının salgına dönüşmesi halinde; ister istemez bundan etkilenecektir. İran'da Azerbaycan, Horasan ve Irak sınırı boyunca çok önemli bir Türkçe konuşan insan yaşamaktadır. Bunun dışında başta Kürtler ve Araplar olmak üzere Beluciler ve Lurlar gibi irili ufaklı azınlıklar bulunmaktadır.

Kabul etmek lazım ki böylesi bir hastalığın ülkemizi rahatsız etme potansiyeli de vardır. Bölücü terör örgütü yüzünden kırk seneyi bulan bir huzursuzluk yaşayan ülkemize, Suriye ve Irak'tan gelen milyonlarca mülteci nedeniyle Ortadoğu'yu tesiri altına alabilecek Balkanlaşma hastalığının sirayet etmeyeceğini kimse garanti edemez.

TÜRKİYE TEDBİRLİ OLMALI

İmparatorluk bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti'ni birarada tutan başlıca faktörler, Atatürk milliyetçiliği, demokratik değerler ve İslam inancıdır. Ancak bu üç yapışkanda da son dönemde gevşemeler söz konusudur.

Atatürkçülüğü ve milliyetçiliğini "tu kaka" gören güçler, ittifak halindedir: Bazı din bezirganları, sözde liberaller ve bölücü kafa, nicedir ülkemizi birarada tutan bu büyük gücü kanırtmaya çalışmaktadır.

Ülkemizde demokratik değerlerin, son yıllarda yaşanan olağanüstü gelişmeler ve emperyalist saldırılara karşı yürütülen mücadeleler sırasında doğal yükselişinin törpülendiğini düşünenler hiç de az değil...

Üçüncü yapışkan olan İslam inancı ise, ne yazık ki din duygusunun istismar edilmesi nedeniyle toplumun tüm kesimlerini eskisi kadar birleştirmiyor.

"Balkanlaşma" hastalığına karşı adeta milli birer antibiyotik olan üç değerimizin zedelenmesi, bizi emperyalist oyunlara daha da açık hale getirmiş durumda...

Ortadoğu'yu çok uzun yıllar meşgul edecek ve coğrafyayı parçalamaya aday bu sürecin önünü kesmek için birilerinin Barzani'yi "ateşle oynamaktan" vazgeçirebilmesi lazım. Ancak Amerikan emperyalizminin adeta kucağına oturmuş olan Kürtçü kanaat önderleri, bu yoldan iyilikle çevirmek mümkün olmayabilir.

Bu durumda bölgenin ayakta kalan üç gücü Rusya, İran ve Türkiye'nin yangını söndürmek için askeri ve siyasal işbirliği yapması ve Amerikan emperyalizmini dengelemeye çalışması, tek çare gibi görünüyor.

Türkiye'yi yönetenlerin de ayrıştırıcı siyaset dilinden vazgeçmeleri, Cumhuriyetimizin kurucu değerleri üzerinde ittifak ederek olası Balkanlaşma salgınına karşı derhal milli bir duruş geliştirmeleri gerekiyor.

Şu gerçeği artık tüm milli güçlerin görmesi lazım: Amerikalıların kısaca "Büyük Ortadoğu Projesi" dedikleri emperyalist oyun, artık kapımıza kadar dayanmıştır. Ülkesini seven hiç kimsenin, fikri, zikri ne olursa olsun küçük iç hesaplar içine girecek lüksü kalmamıştır.

Misakı Milli, Kuvvayı Milliye ve Müdafi Hukuk gibi sözcüklerin manasını anımsamanın tam zamanıdır.