İnsan durmak bilmez arzuların, arayışların peşinden koşarak yaşamını sürdürür. Kişiye göre bu arzunun ve arayışın sınırı değişir. Her insan kendi sosyal, ekonomik durumuna ve bilinç düzeyine göre etrafındaki eşyayı ve doğayı anlamlandırır. Her varlığın kendi tanımlanan anlamının yanında bir de bizim ona yüklediğimiz değerler bütünü vardır. Bu da kişiye göre değişir. İstek ve arzular değişik olunca kimimiz maddi anlamda çok şeyimiz olmasını isteriz.Fakat yaşamımızın da bir sınırı var. Sınırlı bir hayat çizgisinde sahip olmamız gerekenler de sınırlıdır. Çünkü, insanın taşıyabileceği yük bellidir. İşte bu koşuşturmada hayatı nasıl anlamlandırıyoruz?
Bir Uzakdoğu inanışı ; öykü, yüzyılllar önce gözlemlenen bir olayı nakletmektedir: Bir keşiş ,araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce o köyün mezarlığına girdi. Çünkü kültürlerin, yaşam felsefesinin öyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu. Gözleri birden mezar taşlarının üzerindeki rakamlara takıldı. Mezar taşlarında 5,867,900,20003,4979,7,421 örneği, birbiriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü ,fakat bu rakamların anlamını çözemedi. Köyün en bilge kişisine gitti, ona sordu:
"Nedir bu rakamlar Tanrı aşkına?" dedi. "Bu rakamların gösterdikleri ay mıdır, yıl mıdır, saat midir?"
Bilge kişi gülümseyerek yanıtladı:
"Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman, bellerine bir ip bağlarız," dedi."Yaşamı boyunca her güldüğü an, o ipe bir düğüm atarız. Öldükten sonra ise, bellerindeki düğümleri sayar, düğüm sayısını mezar taşlarına yazarız."
"Bilge kişi, karşısındaki kişinin bir şey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü:"Böylece onun ne kadar yaşamış olduğunu anlarız. "
Sonuç olarak ,"Ne kadar yaşadığımız değil ,nasıl yaşadığımız çok önemlidir." Anlaşılan o ki; yaşam boyu gülmeyi yanımızdan eksik etmemeliyiz.