'Dinî emir ve yasaklara uyanlar gözden düştü, tersini yapanlar itibar sahibi oldu (Şarap içenler, ahlaksızlık yapanlar adam sayılırken namaz kılıp oruç tutanlar münafık sayıldı). Helal yiyen kalmadı, dürüst ve takva sahibi kişiler yok denecek kadar azaldı. Heva ve hevesine kapılanlar ibadeti bıraktı. Önceden cemaat çok cami az idi, şimdi tam tersi.'

'Bilgili ve akıllılar değil fena adamlar ortalığı kapladı. Vefa ve itimat ortadan kalktı, inanılacak kişi nadir.'

'Ahlaki çöküş ortalığı kapladı. Küçüklerde terbiye, büyüklerde bilgi kalmadı. Kaba insanlar çoğaldı, nazik insanlar kayboldu. İyiyi emreden, kötüyü yasaklayan kim? Kadınlardan haya gitti. Doğruluk kayboldu. Müslümanlar karıştı, birbirlerinin etlerini yiyorlar; kafirler ise, tam bir huzur içinde yaşıyorlar. Oğul-kız babaya hürmeti bıraktı, ihtiyar kelimesi insana bir hakaret sözü oldu.'

'Maddiyata düşkünlük yaygınlaştı. İnsanlar paraya kul oldular. Hırs ve tamah arttı. Fakir, dul ve yetimlere şefkat gösteren yok.'

Kısacası, 'dünyanın sonu geldi; nizam bozuldu; iyiler kötülere bakarak, değiştiler. (…) Nizam ve kanunların hepsi değişti; ak ve kara birbirinden farksız oldu.'

Yukarıdaki cümleleri tırnak içinde verdim, yani bana ait değiller. Şüphesiz bazılarınıza tanıdık gelecek ama çoğunluğunuz da yadırgamayacaksınız. İnsanların olumsuz şartlar karşısında içine düştükleri ruh halini yansıtan bu cümleler her devirde karşımıza çıkabilir. Bundan 950 yıl kadar önce Balasagunlu Yusuf da Kutadgu Bilig adlı şaheserinde işte bunları söylüyordu. Ondan takriben 5 asır sonra da Osmanlı tarihçisi, aydını ve devlet adamı Gelibolulu Mustafa Âlî de kadim kanunların ihlalinden, rüşvet ve kayırmacılıktan dolayı alemin nizamının bozulduğundan dem vuracak, onu da 50 yıl kadar sonra Koçi Bey izleyecekti.

Demek istediğim şu: İnsanlar belirli bunalım dönemlerinde geçmişi idealize eder ve ona özlem duyarlar. Tıpkı yaşlanan bir insanın çocukluk ve gençlik dönemlerine duyduğu özlem gibi… Dolayısıyla kişisel geçmişimiz gibi millet olarak, ümmet olarak, insanlık olarak geçmişimizde de çeşitli dönemler, gelgitler, yükseliş ve düşüşler, iyi ve kötü zamanlar vardır. İnsanlığın bilim ve teknoloji sahasında kaydettiği ilerlemeler her zaman insanî değerlerde, erdem ve ahlakta ilerleme anlamına gelmez. Bu geçmişte de böyle idi.

Bizim ahlaken iyi ve kötü bildiğimiz bir takım özellikler aşağı yukarı geçmişte de insanlar tarafından öyle biliniyordu. Üzerinde mutabık olunmayan hasletler de var tabii ki. Bir şeyi elde etmek veya yapmak için azmederiz ancak bunu ne pahasına yapmak yolunu tercih edersek ihtirasın pençesine düşmüşüz demektir.

İnsanlığın sanayi devrimi çağında yaşadığı değişim ve dönüşümlerin kat kat üstünde bir hızla bilgi çağı ve dijital çağ değişimlerini yaşıyoruz. Nesiller arası alışkanlık ve tutumlar hızla ve derin bir şekilde değişmekte. Küreselleşme olgusu toplumları hem atomize ediyor hem de paradoksal biçimde benzeştiriyor. Direksiyonu ellerinde tutanların 20-30 yıl içinde insanların beyinlerine de hükmedeceği gibi konular gündemde.

Bütün bu hengamede insanlar aslında yalnızlaşıyor. Muhabbeti, hürmeti, şefkati, diğerkamlığı giderek kaybediyoruz. Sanal muhabbet, sanal ilişkiler ve sanal bir dünya. Akıllı telefonları konuşmaktan ziyade emojili, görselli mesajlaşmalarda kullanmayı tercih ediyoruz. Yüz yüze, sıcak ilişkiler yok oluyor. Mütevazı evlerimizin yerini sitelerdeki geniş daireler veya villalar aldı ama misafire zamanımız yok. Ağırlama işlerini de kafeler, restoranlar vb.de halleder olduk.

Hızlı ve çarpık kentleşmenin problemlerini halledememişken bir de yurt sathına yayılmış 4-5 milyon sığınmacının yol açtığı sıkıntıların üstesinden gelmeye çalışmaktayız.

Bu manzara karşısında devlet ve toplum olarak değerlerimizi asrın idrakine söyletmek meselesine son derecede önem vermemizin şart olduğu apaçık ortadadır. Eğitim sistemimizden kültür politikalarımıza, medyadan sivil topluma kadar geniş bir yelpazede değerler konusunu merkeze oturtmamız gereklidir. Elbette ki Türkiye bilimde, teknolojide, ekonomide sıçrama yapmak ve bunlara odaklanmak zorundadır. Ordusunu güçlendirmelidir. Ama unutmayalım ki her şeyin temeli ve özü insandır. Ancak iyi, erdemli ve nitelikli insan yetiştirerek ve o insanları ehliyet ve liyakatlerine uygun görevlerde istihdam ederek milletler mücadelesinde Türk milletini layık olduğu mevkie taşıyabiliriz.

Not: 26 Şubat 1992'de Hocalı'da Rus destekli Ermeni çetelerin katlettiği kardeşlerimizi rahmetle anıyorum.