Rahmetli Prof. Dr. Mehmet Kaplan hocamız (1915-1986), daha ziyade 'kitap' ve 'okuma' üzerine kaleme aldığı denemeleri bir araya getiren Edebiyatımızın İçinden adlı eserinin önsözünde şunları söyler:

'Binlerce yılın hayat tecrübesi, düşüncesi, hayali, felsefesi, yalanı ve gerçeği bugüne kitap denilen kağıt ve basılı harflerden ibaret o masal gemisi ile gelir. O masal gemisi istersek bizi nerelere götürmez, kimlerle tanıştırmaz! Kitap bizi eski evliyalar gibi 'tayy-ı mekan' ve 'tayy-ı zaman' ettirir. (Mekanın ve zamanın ötesine alıp götürür, çağ atlatır. M.Ö.)

'Pek çok şeyi kitaplardan öğrendim' dersem az şey söylemiş olurum. Bedbaht olduğum zamanlarda kitap beni mesut etti dersem, kitap okuyan herkesin bildiği bir hakikati tekrarlamış sayılırım, ama bazı hakikatleri tekrarlamakta fayda vardır. Kitap denilen varlığın gerçekten büyülü bir saadet kutusu olduğuna herkesi inandırabilseydik, dünyanın yüzü ve insanların hayatı değişirdi.'

Kitabın ve okumanın hayatımızdaki önemini ve değerini açık ve net bir şekilde dile getiren bu güzel sözlere, tanınmış İngiliz şair ve eleştirmenlerinden T.S.Eliot'ın, 'Kütüphanede geçirmek için vakit ayırmayanlara acımak lazımdır.' sözü ile eski Romalı filozoflardan Çiçero'nun, 'İçinde kitap olmayan bir oda, ruhsuz bir beden gibidir.' sözünü de eklemek mümkündür. Ne var ki günümüzde pek çok insan bu gerçeğin farkında değildir. Onlar nedense 'o masal gemisi' ne binmeyi sevmedikleri gibi, kütüphanede geçirmek için vakit de ayırmıyorlar. Dolayısıyla 'ruhsuz bir beden' olarak yaşamaktan da pek rahatsız olmuyorlar.

Bu husus bizde maalesef çok daha ileri ve çok daha yaygın bir alışkanlık halindedir. Genel olarak kitabı ve okumayı pek sevmeyen bir toplumuz. Sıradan okur-yazar olanlarımızı bir yana bırakın, kitap okumamak, yeni şeyler öğrenmekten uzak durmak, günümüzde kendisini aydın kabul eden çoğu insanımızın bile başlıca çıkmazlarından biri olarak görünüyor. Okumak ve yeni bilgiler edinmek ihtiyacını pek duymuyorlar. Güncel haberlerle, medya ve magazin kültürü ile yaşamak onlara fazlasıyla yetiyor. Bir kısmı da maalesef boş zamanlarını bir lokal, kulüp ya da bir kahve köşesinde geçirmekten zevk alıyor. Kitap okumaya vakitleri olmadığını, fakat kitap okumadan da işleri idare edebildiklerini söyleyen bu çeşit kimseler için aydın olmanın ölçüsü, bir makam, rütbe veya unvan sahibi olmaktan ibarettir. Nasıl beceriyorlarsa, kimileri bunları elde etmenin bir yolunu da kolayca buluveriyor. Cenap Şahabettin'in dediği gibi, 'yüksek tepelerde hem yılana, hep kuşa rastlamak mümkündür. Ama biri sürünerek, diğeri uçarak çıkmıştır.' Bu sözle Cenap, hak etmediği bir şeyi zahmet çekmeden elde eden, sözüm ona, o 'becerikli ' kimselere atıfta bulunurken, bizim toplum olarak eskiden beri işi ehline veremediğimize, bilgili, kültürlü ve liyakat sahibi kimseleri değerlendiremediğimize de vurgu yapmaktadır. Yetki ve güç sahibi biri vasıtasıyla bir yerlere gelinebilir. Örnekleri de çoktur. Ama insanı gerçek anlamda insan ve aydın (yani münevver) yapan makamlar, rütbeler, unvanlar değil; bilgi, kültür, liyakat, ahlak, dürüstlük, işinin ehli, olgun ve yapıcı vb. değerlere sahip olmaktır. Bunlara sahip olmanın yolu da lokal ve kahve köşelerinden değil, kaliteli bir eğitimle kitaplardan ve kütüphanelerden geçer. Eskilerin dediği gibi hiç kimseye, 'okumadan alim, yazmadan da katip olma' imtiyazı tanınmamıştır. Marifet birileri tarafından bir yerlere uçurulmak değil, oralara hak ederek gelmektir. Her şeyin bir bedeli vardır ve o mutlaka ödenmelidir. İyi bir insan ve donanımlı bir aydın olmanın gereği budur.

Yunus Emre, 'Okumak kendin bilmektir' diyor. Kendimizi ve çevremizi ancak okuyup öğrenerek tanıyabiliriz. Okuyup öğrenmeyen insan, 'eşref-i mahlûkat' (Yaratılmışların en şereflisi, yani insan) ve 'zübde-i alem' (Kainatın efendisi, özü) olduğunu idrak edemez. Eskiler aşkın ilmin yarısı olduğuna inanır, diğer yarısının da okumak olduğunu kabul ederlermiş. Büyük kültür ve medeniyetleri ancak böyle bir idrakten yola çıkan toplumlar yaratabilirler. Biz maalesef o aşka yabancı olan ve okuyup öğrenmeyi sevmeyen nesiller yetiştirdik, yetiştirmeye de davam ediyoruz. Öte yandan, önemli olan okur-yazar insan sayısının az veya çok olması değil, kitabı ve okumayı seven, araştıran, düşünen ve yeni bilgiler üretip topluma sunan insan sayısıdır. Bilgi toplumu ancak böyle bireylerden oluşur. O itibarla, çocuklara ve gençlere her yaşta vereceğimiz eğitimin birinci amacı, onları okumayı, araştırmayı ve düşünmeyi seven kitap dostu insanlar olarak yetiştirmek olmalıdır.