Her gün teknolojiyle alakalı yazı ve yorumları birçok yerde yakalayabiliyoruz.
Seksenli yılların başına kadar ahizeyle temasım hiç olmamıştı. Telefon görüşmelerinin yasak olduğu askerlik dönemimde, arkadaşların kaçak görüşmelerle hasret gidermelerine hep imrenmişimdir. Kalabalık nüfuslu mahallede telefonlu tek ev olmanın, abonelik için sıra beklemenin ve telefon bağlatmanın yatırım olduğu yıllardı.
Çocukluğumuzun geçtiği Kozlu’da tarihî postanenin ikinci katında saatlerce beklenip yapılan görüşmeler, bizim kuşağın tatlı anılarındandır.
Özal iktidarıyla yaygınlaşan sabit telefonları kullanmak da herkesin haddine değildi.
Şehirlerarası görüşmelerin cep yaktığı günlerden, haberleşmenin sınırsızca kullanıldığı bugünlere…
Baş döndürücü hızla gündemimize oturan cep telefonları unutulduğunda eksiklik hissedilmesine…
Bilgisayar donanımlı özellikleriyle telefonsuz dolaşamıyor, oturamıyor, birisi arar düşüncesiyle yastığımızın kenarına bırakmadan edemiyoruz.
Müptelası olduğumuz telefonlar, hayatımızın olmazsa olmazlarından.
Samsun’da gözlemlediğim olay düşündürücüydü.
Duraktaki kızın dakikalarca gözünü telefondan ayırmayıp, tramvayın içine meşguliyetine ara vermeden kendisini atmasıydı gördüğüm. Çevreyle iletişimi kopuk hipnotize edilircesine hali inanılır gibi değildi. İlginçlik, kendisi gibi ayakta karşısındaki kızın benzer haliydi.
Mizahi görüntü, son durakta kafalarını kaldırdıklarında birbirlerine sarılmalarıydı. Aynı tramvayın aynı kompartımanında, birbirlerine bir metre mesafede iki arkadaşın diyalogları enteresandı:
“Arkadaşım sen neredeydin?”
“Yarım saattir buradayım, sen neredeydin?”
“Ben de buradaydım!”
Göz temasına engel teknoloji düşkünlüğü, klavye ve monitör arasına sıkışmış nesil.
Teknolojiye esir düşmek bu olsa gerek.
Kullanmamız gereken teknoloji bizi kullanıyor, farkında değiliz. Akıl almaz düşkünlük bizi nereye kadar götürecek bilemiyorum.
Kullanmak mı, esiri olmak mı? Karar sizin.