Laikliğin gerek anavatanı Fransa'da ve gerekse Türkiye'deki sivil ve askeri kesimin tanımlarında (konu ile ilgili iki yazımızda) görüldüğü gibi ortak temel payda din referanslı ilkeleri devlet yönetiminden ve diğer kamusal alanlardan uzak tutmaktır.

Bir başka ifade ile devleti ve kamusal alanları dinden, dini ilkelerden ve din adamlarından(Hristiyanlarda ruhban sınıfı) uzak tutmak ve hiçbir şekilde bu alanlara dini ilkeleri referans olarak kabul etmemektir.

'Aydınlanma felsefesinin ürünü olan Laisizm, felsefi temelde insanın Tanrı'dan bağımsızlığını; tanrısal ahlaka karşı insan doğasının ihtiyaçlarından kaynaklanan ahlakı savunan bir dünya görüşüne sahip olmuştur.

Örneğin; laisizmin öncülerinden ve 19. Yy. ikinci yarısında Fransa Eğitim Bakanı Jules Ferry, ' İnsanlığı Tanrı ve kral olmaksızın örgütlemek' demiştir.(H. Yazıcıoğlu,131). Yönetimi kralın ve ruhban sınıfının baskısından kurtarmayı amaç edinmiş Fransız Milli Devrim Meclisi devlet kilisesini, 'AKIL TAPINAĞI' OLARAK ADLANDIRIP YENİ DİNİN ONBEŞ MADDELİK İLMİHALİNİ YASALAŞTIRMIŞTIR(age,124).

Benzer uygulamalar Cumhuriyet sonrası Türkiye'de de yapılmış olup pozitivizmin ilmihali yazılmış, camilere sıra konulmaya çalışılmış, ibadet diline müdahale edilmiş, Kur'an-ı Kerim'in okutulması, Peygamberimizin hayatının öğretilmesi yasaklanmıştır.

Böyle bir anlayış, dinlerin(Allah'ın) egemenlik alanlarını sınırlandırmak anlamına gelir.

Bu anlayışta olan insanlar, akıllarını Allah'ın iradesinin ve bilgisinin üzerinde görme iddiasındadırlar.

Daha anlaşılır bir ifade ile söylersek; insanın, sınırlarını bizzat kendisinin tayin ettiği bir ortaklığı Allah'a dayatmasıdır: Devlet ve kamusal alan insanın, vicdanlar ile insan iradesinin sınırlarını koyduğu devlet ve kamusal alanın ilkelerini zorlamayacağı şekilde bir takım ibadetler de Allah'a ait olacaktır.

Nasıl da bir taksimat değil mi ? İnsanoğlu ne kadar da beleşçi, değil mi?

Bizzat kendisini ve evreni yaratan Allah'a önce ortak çık, sonra da egemenlik alanlarını sınırlandır: 'Vicdanlar senin, her alanda yönetim benim.' Dercesine bir sınırlama ve taksimat.

Merhum Necip Fazıl, 'Kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa, /

Yaşasın kefenimin kefili kara borsa' demiştir. Haşa, bu taksim de böyle bir şey.

Din demek, Allah, İlah demektir. Burada insan ile Allah arasında bir taksim ön görülmektedir.

Allah'ın egemenlik alanı insanların vicdanları ile sınırlandırılıyor. Buna karşın ilahlaştırılmış insanların ilkeleri de devlet ve kamusal alanda geçerli kabul ediliyor.

Bu konuya dinler nasıl bakmaktadır?

Bu soruyu sağlıklı ve söz konusu dinlerin ilkelerine göre dürüstçe cevaplandırmak zorundayız. Bu konu anayasal sorun olmaktan önce insanların dünya ve ahret sorunudur.İlerleyen günlerde birlikte cevap arama umuduyla selam ve sevgiler…