Bir Menderes güzellemesidir gidiyor. Nedir Menderes ya da ne değildir? Bu konuya girmeyi hiç istemezdim. 'Menderesçi' bir babanın evladı olarak büyüdüm, çocukluğumda bilmeden, gençliğimde ve orta yaşımda bilerek, tanıyarak sevdim. Sevdiğim insanın da her insan gibi meziyetleri de zaafları da var.

Bir sevda adamıdır Menderes; toprağı sever, insanı sever, ülkeyi sever. Hiç tartışılmaz bu özellikleri. Bir çiftlikte doğmuştur, toprak çocuğudur, toprak insanıdır. Toprağı sever ama toprağa kul köle değildir. Babasından devir aldığı Çakırbeyli Çiftliği kimilerine göre 40.000 kimilerine göre de 60.000 dönümdür. Miras bıraktığı Çakırbeyli ise 3 bin dönümden biraz fazladır. Satmamıştır, üstünde yaşayan köylüye bağışlamıştır.

Sadece toprağı sevmez, insanı da sever. Hem Berrin Hanımı sever hem de bir zamanların ünlü bir sanatçısına tutkundur büyük bir aşkla. Arada kaçamağı da vardır bir başkasıyla. Ama o iki kadın yani Evliyazadelerin kızı Berrin Hanım ve adını bilerek vermediğim o ünlü sanatçı, her ikisi de muhteşem insanlardır ve Menderes her ikisine de sevdalıdır ve de bağlıdır. O birinci kadın Yassıada ve sonrasının acılarını büyük bir yiğitlikle karşılayacaktır. İkinci kadın ise herkesin çözüldüğü Yassıada'da 'Ben onu seviyorum' demekten asla çekinmeyecektir.

Menderes, ülkenin toprağına da insanına da sevdalıdır. Ona 'sevdalı bir idealist' demek bence en uygunudur. Milletin onu sevmesinin temelinde, ondaki bu sevdayı iyi algılamış, ruhların aynı sevdada buluşmuş olmasının rolü büyüktür diye düşünürüm.

Menderes'ten alınacak ve mutlaka alınması gereken derslerden biri de ondaki tevazu, tutumluluk ve siyasi hassasiyettir. Onun tevazuu ve efendiliği Yassıada duruşmalarında kendisini itham eden savcıya karşı kullandığı zarif üslup, kimilerince eleştirilmiş hatta 'pısırıklığına' yorumlanmıştır. Samet Ağaoğlu, Menderes'in mahkemelerdeki halinin hayatındaki normal hali olduğunu belirtir.

Tutumluluk demiştim; Çakırbeyli Çiftliği'nin sahibinin ayakkabısına pençe yaptırdığını ve darbe gecesi ayağındaki ayakkabının altının delik olduğunu kaç kişi bilir. Tahsisatı mesture(örtülü ödenek)den alınan bir cımbızın bile kaydının tutuluşundaki devlet titizliği bir kenara bırakılarak ona bunun hesabının sorulması o yargılamanın yüz karasıdır.

'Olmaz' der, 'Ben siyaset yaptığım, başbakan olduğum sürece senin ticaret yapman yanlış olur. Dedikoduya yol açar. Ya sen ticaretten vazgeçeceksin ya ben siyaseti, başbakanlığı bırakacağım' der. Yüksel Menderes ticaretten vazgeçer.

Menderes'ten bunlardan ayrı bir büyük 'darbe mağduru' hatta bir büyük 'darbe kurbanı' çıkar ama siyasetin son zamanlarda ona yüklediği 'demokrasi kahramanı' çıkmaz. Menderes demokrasinin kavgasını vererek yükselmemiştir siyasetin basamaklarında. Yıllarca tek partili CHP'de milletvekilliği yapmıştır; tapuyu deldirmeme kavgası vermiştir ama demokrasi kavgasına hep ilgisiz hatta çok yabancı kalmıştır. Onun yıldızını parlatan mensubu olduğu CHP'nin TBMM'ye sevk ettiği 'Topraksız Köylüyü Topraklandırma' ya da başka bir ifadeyle 'Toprak Reformu Kanunu' olmuştur. Kendi topraklarını topraksız köylüsüne, ortakçısına, marabasına bilabedel dağıtmaktan çekinmeyen Menderes, tapunun kavgasını kendi partisine karşı diğer iki CHP'li toprak sahibi(ağası) milletvekili Cavit Oral ve Emin Sazak'la birlikte vermiştir.