Bugün size Osmanlı'dan bahsedeceğim. Ama müsaadenizle Osmanlı'ya dair bilindik ezberleri tekrar etmek yerine pek fazla üzerinde durulmayan ama üzerinde mütalaa edildiğinde "güçlü olasılıkla doğru" olabilecek bazı tarih tezlerini dile getireceğim.

Baştan söyleyelim, adı üstünde, bunlar birer tezdir. Doğruluğu kanıtlanmadığı gibi aksi de ispatlanmış değildir. Tarih meraklıları bakalım bu az bilinen, tarihin bir dehlizinde kalmış, gün ışığına çıkartılması için pek de üzerinde durulmamış tezler hakkında ne düşünecek?

SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİNDE YATAN ZAT HAKİKATEN OSMAN BEY'İN DEDESİ Mİ?

Suriye'de yaşanan iç savaş sırasında Türkiye'ye taşınmasıyla gündem olan Süleyman Şah Türbesine ismini veren muhteremin, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Osman Bey'in dedesi olduğu söylenir.

Osmanlı kroniklerinin tamamında devletin kurucusu Osman Bey'in babasının Ertuğrul Gazi olduğu konusunda ittifak edilmiştir. Ancak erken dönem kroniklerde Ertuğrul Gazi'nin babasının adı, "Gök Alp oğlu Gündüz Alp" olarak geçmektedir. On altıncı yüzyıl başlarından itibaren ise Osmanlı tarihçileri, Osman Bey'in dedesi olarak "Kaya Alp oğlu Süleyman Şah" ismini vermektedir.

Gerçekte Caber Kalesi yakınlarında savaşırken boğulan ve şehit düştüğü yerde mezarı bulunan zat, Süleyman Şah değil, Selçuklu hanedanından I. Kılıç Aslan'dır. Onun babası, Anadolu Selçuklu Devletini kuran Kutalmış oğlu Süleyman Şah'tır ve mezarı da savaşta şehit düştüğü Halep Kale kapısı yakınlarındadır. Birbirlerine yakın coğrafyalarda şehit düşen baba ve oğlun isimleri sözlü tarih içinde karışmıştır. Her şekilde Caber Kalesinde yatan ve yakın zamanda mezarı Türkiye'ye nakledilen zatın Osmanlılar ile bir alakası olmayıp esasen Selçuklu Hanedanından bir başka ecdattır.

Hemen itiraz etmeyin: Büyük Osmanlı tarihçilerinden Halil İnalcık, Osmanlılar'ın Süleyman Şah'ı ata kabul etmelerinin Karamanoğulları ile aralarındaki "Selçuklunun varisi olma" çekişmesiyle ilişkili olabileceği, Osmanlı Saltanat ailesinin köklerini Selçuklu soylularına dayandırma çabasının bir sonucu olmasının mümkün olduğu görüşündedir.

OSMAN BEY'İN GERÇEK ADI BAŞKA MIYDI?

Bazı tarihçiler, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu olarak bilinen Osman Bey'in isminin "Otman" olduğu görüşündedir. Bu fikri savunanlar, onun Ertuğrul Gazi'nin en küçük oğlu olduğunu söyler. Türkmen geleneğinde evin küçük oğluna "odman" denirdi. Od, eski Türkçe'de "ateş ya da ocak" anlamına gelir. Eski Türklerde mal paylaşımı yapılırken ev, ailenin en küçük oğluna bırakılırdı. Bu nedenle ailenin küçük oğluna, "Ocağı tüttürmeye devam edecek olan" manasında "odman" denirdi.

Bir diğer iddia ise Osman Bey'in gerçek adının "Ataman" olmasıdır. Bu ismin, zamanla "Osman" biçimine dönüştüğü söylenir. Hatta bunun Osmanlı soyunu İslami bir geçmişe dayandırma çabasının bir sonucu olduğu rivayet edilir.

Hemen itiraz etmeyin: Osman Bey'in babasının adı Ertuğrul, amcalarının adları Dündar, Gündoğmuş, Sungurtekin idi. Kardeşlerinin isimleri ise Gündüz Alp, Saru Batu ve Savcı Beyler idi. Oğullarına ise Orhan, Erden, Pazarlı, Melik Arslan ve Çoban (Ya da Çolpan) isimlerini vermişti. Üç nesil Türkçe isimler taşırken aralarından neden sadece devletin kurucusu Türkçe olmayan bir isim taşısın ki?

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN AMERİKA KITASINI İHMAL Mİ ETTİ?

1520'lerin başında hükümdar olan ve 46 sene süreyle İmparatorluğu yöneten Kanuni Sultan Süleyman dönemi, hiç kuşkusuz Osmanlı tarihinin en parlak yıllarıydı. Sınırları Avrupa'da Viyana'ya ve Ukrayna içlerine, Asya'da Tebriz ve Hazar denizi sahillerine, Afrika'da ise Cezayir ve Habeş ülkesine kadar genişleyerek eski dünyanın en büyük İmparatorluğu haline gelen Osmanlılar, her nedense aynı yıllarda keşfedilen Amerika kıtasıyla ilgilenmemişlerdi.

Osmanlı'ya göre çok daha küçük ülkeler olan İngilizler, şimdiki ABD'nin doğu kıyılarını, Fransızlar Kanada'yı, Hollandalılar Karayip Adalarını, Portekizliler Brezilya'yı, İspanyollar ise Meksika ve Güney Amerika'nın büyük bölümünü kolonileştirirken Osmanlılar bu gelişmelere hiç müdahil olmamışlardı.

Aynı dönemde Osmanlıların meşgul olduğu Ruslar, Venedikliler ve Almanlar da Amerika kıtasını kolonileştirmek gibi bir çabaya girişmemişlerdi. Dönemin üç güçlü devleti birbiriyle savaşırken Batı Avrupa ülkeleri sadece Amerika kıtasını değil, Afrika, Avustralya ve Uzakdoğu'ya uzanan sömürge imparatorlukları kurmuşlardı.

Hemen itiraz etmeyin: Kanuni Sultan Süleyman, acaba olağanüstü büyüklükteki Osmanlı İmparatorluğu'nun tüm dünyayı ele geçirmesini sağlayacak hamleleri ıskalayarak büyük bir stratejik hata mı yapmıştı?

FES İLE ŞAPKA... ASLINDA KADER KARDEŞİ Mİ?

Atatürk düşmanlarının en çok dillerine doladıkları mevzulardan birisi şapka devrimidir. Onlara göre "kafirleşmenin sembolü" sayılan şapkaya alternatif olarak sarıldıkları ise Osmanlı döneminde özellikle memurların ve kentli sınıfının kullandığı fes isimli bir başka başlıktır.

Oysa fes, 1826'ya kadar Osmanlı tarihinde yoktur... Reformist sultan II. Mahmut, yeniçeri ocağını kaldırınca ona uyum göstermek isteyen Kaptanı derya Koca Hüsrev Paşa, Tunus'tan getirttiği fesleri tayfalarına giydirdi. Sultan'ın beğenisini kazanan bu başlıklar, 1832'de devlet memurlarının sarık ve cüppe giymenin yasaklanmasına paralel olarak İstanbul bürokrasisinde yaygınlaştı. Bilahare İmparatorluğun aydın ve seçkin sınıfı tarafından benimsendi.

Fesle şapkanın birbirine rakip olması, Atatürk döneminde 1925'te çıkartılan şapka kanunu ile başlar. Bu dönemde şapkaya direniş gösterenler fesi İslami bir kıyafet gibi görüyorlardı. Bugün de Atatürk'e düşmanlıkları herkesçe bilinen kimi şahıslar, fesli pozlar vererek kendilerini Müslüman, cumhuriyetçileri ise kafir göstermekten geri durmuyorlar.

Oysa fesin kaderiyle şapkanınki birçok benzerlikler gösterir.

Hemen itiraz etmeyin: 1832'de fes giyilmesi için çıkartılan kanunlara direniş gösteren çevreler, II. Mahmut'u ve şürekasını "kafir" ilan ediyorlardı. Zamanla o günler unutuldu. 1908'de aynı yobaz çevreler, bu defa Osmanlı'nın İngiltere ve Avusturya'dan fes ithal etmesini gerekçe göstererek nümayişler yapmışlardı. Fes, bir zamanlar kendisine karşı çıkan zihniyet tarafından o denli benimsenmiştir ki İstanbul'da ilk kez giyilmesinden 100 sene sonra "şapka giyilmesi zulüm ve kafirliktir" diye ortaya çıkanlar, bir zamanlar karşı çıktıkları fese sarılacaklardı.