Seçimler yaklaştıkça “Ne olacak?” sorusunun yanında sanırım büyük bir kesimin aklındaki diğer soru da “Ne yapmalıyım?” şeklinde...
Sandığa gidecek olan milyonların büyük bir kısmının kafası karışık...
Seçmenleri, en genel tanımla sağ ve sol olarak iki blokta sınıflandırırsak, yüzde altmışa yüzde kırk gibi kabaca bir oran çıkıyor karşımıza.
Ana hatlarıyla sağ blokta AKP, MHP, SP-BBP ittifakı,sol blokta ise CHP ve HDP yer alıyor. Seçime iki hafta kala anketlerden yola çıkarak ortaya koyulabilecek en son siyasi tablo bu şekilde.
Henüz netleşememiş, kafası karışık olan kesimin tercihleri bloklar içinde gidip geliyor. Bloklar arası geçişlerin ise oldukça az olacağı öngörülüyor.
Türkiye, kritik bir seçim öncesinde farklı bir sağ sol çekişmesine sahne oluyor.
Sağ ve sol kavramı, günümüze kıyasla seksen öncesinde daha yaygın ve geçerli bir kavramdı. O dönemlerde kavramlar arası mücadele ve çekişme, düşmanca kamplaşmalara, çatışmalara, kayıplarave darbeye neden olmuştu.
Seksen darbesi sonrası gelen yeni nesil, bu iki kavrama yönelik korkutularak ve baskı altına alınarak yetiştirilmiş, apolitik bir gelecek hazırlanmaya çalışılmıştır. Özellikle sol düşüncenin ve hareketin üzerinden bu dönem, bir silindir gibi geçmiştir. Her ne hikmetse bugün de halen her fırsatta bunu yapmaya devam etmektedir.
Ardından Türkiye’de sol düşünce, özellikle sağ muhafazakâr kesimin kolaycı, insafsız yaklaşımı nedeniyle, mevcut inanca aykırı sunulmuş, karşı gösterilmiş ya da dinsiz ilan edilmiştir. Ve yıllar boyu bu böyle süregelmiştir.
Önümüzdeki genel seçimlere giderken kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan Adalet ve Kalkınma Partisi diğer seçimlerde uyguladığı gibi 7 Haziran için de aynı tarzı sürdürmeye devam etmektedir.
Bundan daha düşündürücü olanı ise Anayasa’ya göre tarafsız olması gereken Sayın Cumhurbaşkanı’nın geçmişten beri gelen bu siyaseti kendi şahsında dozu daha da artırarak meydanlara taşımasıdır.
Türkiye siyaseti için en büyük tehlike; halen yapılageldiği gibi dini inanç üzerinden siyaset yapmak, böylelikle güçlenmeye çalışmaktır. Bu yaklaşım, “toplumun inanç üzerinden bölünmesi” tehlikesini var etmesinin yanında Türkiye sağ siyaseti için de sığlık yaratmaktadır. Sağ muhafazakâr siyasetin dünya üzerindeki diğer örneklerinde bunu göremezsiniz.
Yıllarca süregelen benzer yaklaşımlarla kavramların içleri boşaltılarak; Türkiye’de insanların kafası karıştırılmıştır. Halka, aslında kendi hakkı olanlar sanki başkalarınca ona bahşedilen nimetlermiş gibi sunulmuştur yıllarca.
Seçmenin kendisini bir siyasi bloğa ait hissetmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ancak seçmenin kendini bir bloğa topyekûn teslim etmesi bir sorundur.
Seçmen; kendi yaşamını ve geleceğini ülkesinin ve yaşadığı toplumun geleceğiyle birlikte düşünen, duygusallığının yanında rasyonelliğini de kaybetmeyendir.
Seçmen, bir bloğun mahkûmu değildir.
Yeri geldiğinde bir bloğu mahkûm edendir.