ABD başkanı tarafından, Kudüs'ün İsrail'in Başkenti olarak ilan edilmesi hakkındaki, yorumlar daha bitmeden, Orta Doğu'da diğer bir çıbanbaşı daha ortaya çıktı. Bu sefer İran karıştı veya karıştırıldı. İran'daki Mollalar idaresinin kapalı bir kutu şeklinde oluşu, gerçekten bu ülkede fakirlik diğer değimle yoksulluk ne boyutta bunu bilmek pek mümkün değildir. 1979 yılında, Paris'teki Humeyni, Şah Rıza Pehlevi'yi yerinden ederek, bugünkü mollalar idaresini kurmuştur. Şu anda, İran Dini Lideri Ali Hamaney ve Cumhurbaşkanı ise Hasan Ruhani'dir. İran anayasasının 12. Maddesine göre, İran resmi dini, İslam Dini ve Caferi Şii olarak ifade edilmektedir. Bu maddeden de görüleceği üzere; İran'ın resmi dini İslam olmakla birlikte, Caferi Şii ibaresi yer almakta, bu bakımdan mezhebe dayalı bir anayasanın olduğu ortaya çıkmaktadır. Aşağı yukarı, 75 milyon nüfusun, büyük bir kısmı Müslüman olarak kaydedilmektedir (500.000 civarında azınlık, Müslümanlığın dışındaki dinler). Fakat, Caferi Şii dışında, anayasal olarak hak verilen; Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli ve Zeydi mezheplerine ait rakamlar bulunmamaktadır. Sayıları verilmemekle birlikte; tahminen 25-30 milyon Azeri Türkü de bulunmaktadır. İran'ın etnik ve dini bakımdan homojen bir yapısı yoktur.

Daha önce de müteaddit defa yazdım. ABD dahil Batıdaki devletler, demokratik laik devletler olmakla birlikte, kendilerinin dışındaki gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerin, Şah, Şıh, Kral veya İran'da olduğu gibi demokratik olmayan, teokratik idarelerle, idare edilmelerinden çok hoşlanırlar. Türkiye gibi, Demokratik, Laik şekilde idare edilen ülkeleri hiç sevmezler. Böyle ülkelere sempati duyar gibi görünmekle birlikte, bu suni göstermelik bir durumdur. Zira, demokratik ülkeleri etnik veya dini olarak yönlendirmeleri oldukça zordur. Ilımlı İslam kavramını lanse etmelerinin temelinde de bu yatmaktadır. Bu bakımdan, M. Kemal Atatürk onlar için, aşılması çok zor olan durumu ortaya koyması bakımından kabul edilebilir birisi değildir. 20. Yüzyılda Dünyanın en büyük insanının, bugün sevilmemesinin temelinde bu anlayış yatmaktadır. Demokratik, Laik devlet olmak; TBMM'ne sahip olmak onların en büyük problemleridir. Benim için hiç önemli değil, Batı M. Kemal Atatürk'ü sevebilir, sevmeyebilir.

İran dahil, Dünyadaki bütün İslam ülkeleri, Türkiye örneğinde olduğu şekilde, Parlamenter Demokrasiye geçmeleri ve anayasalarına Laik ibaresini koymaları gereği vardır. ABD dahil tüm batı, İslam Ülkelerindeki etnik ve mezhepler üzerinden, emellerini yürütmektedirler. Bir ülkeyi ele geçirmek için yapılacak en önemli husus, bu ülkeyi; etnik ve dini mezhepler bazında birbirine düşürmektir. Batı doğrudan kendi orduları ile müdahale etmek yerine, bu ülkelerdeki parçalanmış, bölünmüş gruplar arasındaki nifakları körükleyerek ve olaylara benzin dökmek suretiyle, bu ülkeleri karıştırmaktadır. Bu bakımdan bu ülkeler akıllarını başlarına toplamaları ve ona göre hareket etmeleri gereği vardır. Özellikle 'Dış güçler bizi parçalıyor, bölüyor, karışıklıklar çıkarıyor' gibi sözlerden hoşlanmıyorum. Şapkanızı önünüze koyarak, nerede hata yapıldı ise, onu bulmak gereği ortadadır. Zayıf olursan, doğa kanunu olarak, yenileceksin, parçalanacak ve yutulacaksın; bunu başka yolu da yoktur. İslam'ın tek kitabı, tek Allah'ı, tek Peygamberi vardır. Eğer bu dini, mezheplere, tarikatlara, dini akımlara bölecek olur iseniz; böylelikle düşmanlarınızın emellerine hizmet etmiş olacaksınız. Tüm bunlara ilave olarak, batıdan icazet istemekte nedir? Anlayamıyorum. Saygılarımla.