Nisan sonlarıydı, Hatice teyzem ve Şerafettin eniştem apar topar Ankara'dan çıkageldiler. Allah uzun ömür versin, her ikisi de seksenine merdiven dayamış, eski tüfeklerdendir. Kış aylarını Ankara'da geçirdikten sonra, ilkyazla beraber Samsun'a gelirler, havalar soğuyuncaya kadar Tekkeköy'ün Kerimbey Mahallesi'ndeki küçük evlerinin mütevazı bahçesinde toprakla haşır neşir olurlar.

Onları bu sene, her zamankinden çok daha önce Samsun'a getiren neden, komşularından aldıkları haberdi: Belediye yetkilileri, Kerimbey Mahallesi'nde yol çalışması yapmak için bahçelerindeki sekiz ağacı kesmişti.

Eniştem, bana kesilen meyve ağaçlarının köklerini gösterirken neredeyse ağlayacak gibiydi. Sanki kesilenler ağaç dalı değil, torunlarıydı!

Kendisine bu işlemin 'imar yolu açma' çalışmaları kapsamında yapıldığını izah etmek için bir iki cümle ettiğimde, 'İyi de evlat, biz buraya küçük bir bağ evi yaptırıp etrafını meyve bahçesi haline dönüştürürken, burası ezelden beri tarım arazisiydi. Bizden evvelki nesiller burada ekip biçerek geçim sağlıyorlardı. Böyle bereketli bir yerin imara açılacağı, hele etrafının fabrikalarla dolacağını nereden bilebilirdik?' cevabını verdi.

Samsun'un Çırakman Köyü'nden yetişen ilk makine mühendisidir Şerafettin eniştem. Ömrü, sanayi tesislerinde geçti. Sümerbank'ın fabrikalarında uzun yıllar müdürlük yaptı.

Anlayacağınız ne cahildir ne de sanayi düşmanı… Bilakis mesleğinde uzman ve deneyim sahibi bir mühendistir.

Söyledikleri bilinçli ve haklıydı. Kerimbey Mahallesi'ndeki topraklar, birinci sınıf tarım arazisiydi. İki metreden kazınca sulama suyu çıkan, yılın her mevsimi çok farklı ürün alınabilen, bereketli ve kaliteli topraklar…

Bir zamanlar burada yetişen pancar, İstanbul halinde fiyatı belirleyecek kadar çoktu. Sebze meyvenin her türü sadece Samsun'a değil, büyük kentlerin hallerine gönderilirdi.

Son yirmi yıl içinde sadece Kerimbey Mahallesi'nin değil, Asarağaç, Kutlukent ve Çinik mahallelerinin bereketli ovaları, birer birer yok edildi.

Bir zamanlar bol ve çeşitli ürün yetiştiren bu köylerde tarım bitti, tam aksine seyyar sebze meyve satan arabalar dolaşıyor artık.

Eniştemin deyimiyle 'lokum gibi' toprakların üstü betonla ve asfaltla örtüldü.

Diyeceksiniz ki açılan fabrikalarda insanlar ekmek yiyor… Ne yazık ki işin aslı öyle değil. Sanayideki dükkanlarda kimse halinden memnun değil. Asgari ücretle ve sigortalı çalıştırılan işçi sayısı, hakikaten çok az. Yarı maaşa çalışan Suriyeliler, sigortasız çalışanlar ya da devletin geçici istihdam desteğiyle işe alınanlar, ezcümle yarınları belirsiz insanlarla dolu her taraf…

***

Çok değil, 2000'lerin başıydı… Bugünkü Kalkanca Mahallesi'nde oturan arkadaşlar, bizi dalından incir yemeye davet ederdi. Bir on sene geriye giderseniz, Hasköy'de tütün tarlalarını görürdük.

Şimdi buralarda bloklar, siteler boy ölçüşüyor.

Balaç altında deniz manzarasına karşı piknik yaptığımız, dün gibi…

Bugün ise Atakent'teki Televizyon Tepesinde bile piknik yapabilmek için zirvelere sokulmanız gerekiyor.

Türkiye'nin en bereketli ovalarından kabul edilen Çarşamba ve Bafra ovaları da gün geçtikçe betonlaşıyor. Tarım alanları küçülüyor. Kalan son araziler, hava kirliliği ve diğer kirletici faktörler nedeniyle tarımsal vasfını hızla yitiriyor. Birçok yerde kaliteli tarım arazileri ya betona ya da fındık, kavak gibi uzun vadede faydadan çok zarar getirecek ürünlere terk ediliyor.

***

Elbette tarım arazilerinin betonlaşması meselesi sadece Samsun'un sorunu değil. İzlenen yanlış tarım politikaları, Türkiye'yi hızla tarım ülkesi olmaktan uzaklaştırıyor. Tarlalarımızı betona teslim ettikçe tarımsal ürün çeşitliliği ve rekoltesi düşüyor. Çarşı pazarda tarım ve tarıma dayalı mamullerin fiyatları el yakıyor. Biz de üçüncü dünya ülkelerinden ithalatla fiyatları dengelemeye çalışıyoruz. Dünya piyasaları ile rekabet edemeyen Türk çiftçisi fakirleşiyor. Karnı doymadıkça büyük kentlerin yolunu tutuyor.

***

Hiç kimse, 'Efendim tarım mı sanayi mi? Üç kilo domates için fabrika yapmaktan vaz mı geçeceğiz' diye lakırdı etmesin. Konya ovası kadar toprağı olan Hollanda, hem tarımda hem de sanayide dünyanın önde gelen ülkelerinden birisi olmayı beceriyorsa biz bunu niye yapmayalım?

***

Samsun'a dönecek olursak… Keşke Tekkeköy, Çarşamba ve Bafra ovalarını koruyabilseydik… Buralara yapılan sanayii tesislerini kentin güneyinde, bilhassa Kavak yolu ve civarına kaydırsaydık… Kolay sulanan bereketli tarım arazilerini otomobil tamircileri, mobilyacılar, depolar, tornacılar gibi orta ve küçük ölçekli sanayi tesisleri için harcamasaydık.

İş işten geçmiş midir? Tam olarak değil… Hala yapılabilecek işler var. Doğru bir strateji ile Samsun'da tarımı yok olmaktan kurtarabilir, sonra da ürün kısırlığı içindeki iç pazarlara ve Ortadoğu, Rusya, İç Asya ve Avrupa ülkelerine açabiliriz.

Bunun için acil olarak, can suyu niteliğindeki projelerle tarımı hayatta tutmak gerekiyor. Yetiştirilecek ürünleri satın alma garantisiyle önceden sipariş edebilmek, tohum ve gübre desteği vermek, sulama ve nakliye maliyetlerini azaltmak için stratejiler geliştirilebilir.

Bunlar için Valiliğe bağlı kamu kuruluşları kadar Büyükşehir Belediyesi'nin de yapabileceği işler var. Lakin bunu başaracak olanların liyakatli ara kademe ve kaynak kullanma yetkisine sahip vizyoner yöneticiler olduğunu kayda geçirelim.

Hepsi bir yana, Samsun'da tarım arazilerini betonlaştıracak imar planlama mantığına son vermek gerekiyor. Aksi takdirde bir nesil sonra istesek de ekip biçecek, hayvan yetiştirecek esvapta tarım arazisi bulamayacağız.

***

Ege, Akdeniz ve Marmara'da zeytinlikleri korumak için gösterilen hassasiyet, Samsun'daki tarım arazileri için de gösterilmek zorundadır.

***

Fransız soylusu Marie Antoinette'e ithaf edilen bir söz vardır hani: 'Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler' diye…

Nihayette ekmek de pasta da buğday, yağ, şeker olmadan pişirilemiyor.

Biz böyle giderse ne pasta ne ekmek; günde üç öğün beton yemek zorunda kalacağız!