Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet ATALIK üyesi bulunan bütün ziraat mühendislerine bilgilendirme maksadıyla bir bülten yolladı. 'BUĞDAY ÜRETİCİSİ BU FİYATA BAYILDI' başlıklı 15 Temmuz 2017 tarihli bülten şöyle:

' Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk ÇELİK, ekmeklik buğdayın taban alım fiyatını 940 TL/ton olarak açıkladı. Buğdayın şu anki piyasa fiyatına göre bu fiyatın iyi bir fiyat olduğunu belirtti.

Ticaret Borsalarında gerçekleştirilen işlemlerde buğdayın 2016 yılı temmuz ayı ortalama fiyatı ile 2017 yılı Temmuz ayı ortalama fiyatı aşağıdaki gibidir;

- Bandırma Ticaret Borsası`nda geçen yıl 858 TL`den işlem görürken, bu yıl 899 TL`den işlem görüyor; artış %5.

- Eskişehir Ticaret Borsası`nda geçen yıl 873 TL`den işlem görürken, bu yıl 919 TL`den işlem görüyor; artış %5.

- Konya Ticaret Borsası`nda geçen yıl 992 TL`den işlem görürken, bu yıl 1.030 TL`den işlem görüyor; artış %4.

- Polatlı Ticaret Borsası`nda geçen yıl 920 TL`den işlem görürken, bu yıl 1.100 TL`den işlem görüyor; artış %19.

- Edirne Ticaret Borsası`nda geçen yıl 860 TL`den işlem görürken, bu yıl 890 TL`den işlem görüyor; artış %3.

Buna karşın, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre enflasyon geçen yılın aynı ayına göre %10.90 ve 12 aylık ortalamalara göre %9.36 artış gösterdi. Görüldüğü üzere Türkiye`nin büyük bir bölümünde çiftçiler, buğdayını enflasyonun çok altında fiyatlarla satmak zorunda kalmaktadır. Buğday taban alım fiyatı 2016 yılında ton başına 910 TL olarak açıklanmıştır. Bu yıl açıklanan 940 TL`lik fiyat geçen yılın fiyatının sadece %3.3 üzerinde, ancak enflasyonun çok altındadır. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odamız tarafından hazırlanan maliyet analizinde, sulu koşullarda yetiştirilen buğdayın ton başına maliyeti 1.100 TL`dir. Üretici karı ile birlikte buğdayın alım fiyatının 1.300 TL olması gerekir. Ton başına açıklanmış olan 940 TL fiyat olması gerekenin yaklaşık %30 daha altındadır. Çiftçi, gerek açıklanan taban alım fiyatı gerekse ticaret borsalarında yaptığı satışlarda bu yıl da enflasyona net bir şekilde ezdirilmiştir. Bu politikalar sonucunda son 15 yılda buğday ekim alanları 17,3 milyon dekar, diğer bir deyişle %18 küçülmüştür. Nüfusumuz sürekli artar ve artırılması tavsiye edilirken, son 10 yıllık ortalamaya göre buğday üretimimiz 20 milyon tona sabitlenmiştir. Piyasanın buğday talebi 24-25 milyon ton civarındadır. Aradaki açık ithalat ile karşılanmaktadır.

TÜİK verilerine göre 2003-Haziran 2017 yılları arasında buğday ithalatına 12.2 milyardolar ödenmiştir. IMF ile 10 milyar dolarlık anlaşma karşılığı verilen tavizler ve yaşanan özelleştirmelerin tarımımızı getirdiği nokta bellidir. Buna karşılık anavatanı olduğumuz buğdayı bile ithal eden bir ülke olmak ve sadece bu ürünün ithalatına IMF`den aldığımız kredinin üzerinde döviz ödüyor olmak, ülkemiz kaynaklarını halkımızın refahı yerine başka ülke halklarının refahına kullanmak anlamına gelmektedir. Kazanamayan çiftçi hızla tarlasını terk etmektedir.

TÜİK verilerine göre çiftçimiz Belçika`nın yüzölçümüne yakın bir araziyi (27 milyon dekar) artık ekmemektedir. Bir Hollanda yüzölçümü (40 milyon dekar) araziyi de nadasa bırakıyoruz. Ekonomik ölçütlerde sulayabileceğimiz 85 milyon dekar arazinin ancak 62 milyon dekarı sulamaya açılmıştır. Modern sulama yöntemleri kullanarak bu miktarı 120 milyon dekara çıkarmak mümkündür. Son 5 yıllık verim ortalamalarına göre ülkemizde 1 dekar yağışa bağlı (kuru) tarım arazisinden 232 kg buğday alınabilmektedir. Çiftçi buğday ekmekten vazgeçtiği %18`lik arazide tekrar buğday üretimine yönelse kuru şartlarda 4 milyon ton ilave buğday üretebilecektir. Suyla kavuşturulacak tarım arazilerinden de sadece 2,6 milyon dekar tahsis edilmesi halinde elde edilecek 1 milyon ton ilave buğdayla 5 milyon tonluk açık kapatılabilecektir. Her ne zaman buğday ithalatı eleştirilse un ihracatımızdaki dünya birinciliği gündeme gelir. Biz un ihraç etmeyelim demiyoruz. Ne kadar ihraç edebiliyorsak da edelim. Ancak hammaddesi olan buğdayı ithal etmek yerine atıl arazilerimizi üretime kazandırmak suretiyle kendi çiftçimize ürettirelim. Ülkemizde açıklanan taban alım fiyatları her seferinde tavan fiyat muamelesi görmüştür. O nedenle Bakanlık taban fiyat açıklarken bu durumu göz önünde bulundurmalıdır. Bakanın açıkladığı buğday taban alım fiyatı, konuyu bilmeyenler için iyi bir fiyat gibi gözükebilir. Ancak, yukarıda kısaca verileri ile aktardığımız konular çerçevesinde ise kesinlikle çiftçiyi tatmin edici bir fiyat değildir. Açıklanan fiyat, önümüzdeki yıllarda buğday ekim alanlarının küçülmeye devam etmesi, buğday ithalatının da artarak devam etmesi anlamına gelmektedir' diyor.

Bu bültendeki konuyu Milliyet İnternet Gazetesinde çıkan başka bir haberle birleştirelim ve durumun vahametini görelim. Haber şöyle:

'Dünyada 1 senede yetiştirilen ve beslenen tüm bitkisel ve hayvansal gıda ürünleri ile su kaynakları, 3 Ağustos tarihi itibari ile tüketilmiş olacak.
Dünyanın 1 sene içinde 'yenileyebildiği' miktarda gıda kaynağının tümü, bu sene 3 Ağustos tarihi itibari ile tüketilmiş olacak ve bu tarihten itibaren insanlık bir anlamda "kredi" ile yaşamaya devam edecek. Bu durumda gıda kaynakları, giderek kalıcı biçimde ortadan kalkıyor.
Dünyada 1 senede üretilebilen kaynaklar 1970'li yıllardan beri her sene daha da erken tükeniyor.

2050'DE 2 DÜNYA GEREKECEK

Kaynakların tüketimini her yıl inceleyen Global Footprint Network sivil toplum kuruluşu, durumun çok vahim olduğu konusunda uyarıda bulundu. 2017 senesinde insanların, dünyanın verebileceği doğal kaynakların 1.7 katını tüketeceğini açıklayan Global Footprint Network, bu şekilde devam edilirse 2050 senesinde kullanılacak yaşam kaynakları için "2 Dünya" gerekeceğini belirtiyor.

Dünyanın 1 senede verebildiği doğal kaynaklar 1970 senesinde 23 Aralık tarihinde tüketilmişken, 1980 senesinde 3 Kasım, 1990 senesinde 13 Ekim, 2000 senesinde 4 Ekim, 2010 senesinde 28 Ağustos, 2015 senesinde 13 Ağustos'ta tüketildi.

Son 3 senedir "tükenme tarihindeki" geri çekilmenin biraz yavaşladığını belirten Global Footprint Network yetkilileri, dünyanın 1 senede verebildiği doğal kaynakların her sene biraz daha çabuk tüketildiğini, tabii kaynakların "yenilenebilir" olmadığını vurguladı.'

Haber böyle diyor. Oldukça aslında düşündürücü. Dünyada kaynaklar hızla tükeniyor ama biz hayati bir konuda ülkenin beslenmesini sağlayan çiftçiyi küstürüyoruz. Çiftçiyi eğitmiyoruz, destek gerçek manada üretime yönelik olarak verilmiyor, mazotu, gübresi, ilacı pahalı ve biz neden enflasyon artıyor, pazar neden pahalı diyoruz.

Daha dün tereyağı aldığım teyze önümüzdeki aydan itibaren yağa zam yapacağını söyledi. Neden? diye sorunca yemin pahalı olduğunu, iki aydır yağmur yağmadığı için meraların kuruduğunu ve hayvanlarının iyi beslenemediğini, bu yüzden yemi hayvanların fazla yediğini söyledi. Süt veriminin yemle değil, kaba yem diye söylenen tarla ve mera otunun verilmesi ile artacağını söylediğimde de yukarıda dediğim tarla ve mera kuruluğundan bahsetti.

Bütün bu verileri bir potada toplayıp analiz ettiğimizde; şapkamızı önümüze koyup ciddi olarak düşünülmesi gereken acil konuların başında tarım geliyor. Kaynaklar tükendiğinde çok para verip keyif sürdüğümüzü zannettiğimiz arabalarla, cep telefonlarıyla, bilgisayarlarla hatta içki ve sigarayla da karınlarımızın doymayacağını düşünmüyoruz.

Üretmiyoruz ve üretileni de israf ediyoruz. Tabii böyle öğretmen edasıyla söylendiğinde için için kızıyoruz ama mühim olan 'testi kırılmadan' bir şeylerin farkında olmaktır. Önlemleri almazsak o istenmeyen günler kapımızı çaldığımızda para da çözüm olmayacaktır. Ortada olmayan bir malı hangi para olursa olsun alamaz. Köylerde yaşayan çiftçiler, şehirlere göçe zorlanmaya devam ederse bu kötü günlerin çok da uzak olmadığını görmek müneccimlik değildir.

Son senelerde köylerden 1.6 milyon köyde yaşayan vatandaşımız sürekli gelir elde edemediğinden dolayı köyünü bırakıp büyük şehirlere göç etti. Geride bırakılan ve işlenmeyen arazilerin büyüklüğü tarımda ihracat rekortmeni olan Hollanda kadar bir alanı kapsıyor. Yılda 95 milyar dolar ihracat rakamı olan Hollanda kadar arazide yapılacak üretimden vazgeçiyoruz. Bu olacak bir iş değildir ve en kısa zamanda geri dönüşler bir sistem dahilinde ele alınmalıdır. Bu işin püf noktası bölgesel kalkınma stratejilerini yeniden oluşturmaktır.