Türkiye zor günlerden geçiyor. 15 Temmuz darbe girişimi, Suriye ve Irak'taki iç karışıklıklar, sayıları milyonlarla ifade edilen mülteciler, kutuplaşan toplum ve sınır ötesine taşan terörle mücadele derken normal koşullarda yaşamıyoruz. Dolayısıyla ülkenin OHAL ile idare ediliyor olmasını çok da yadırgamamak lazım.

OHAL koşullarında medyayı, sivil toplum örgütlerini, sendikaları, üniversiteleri, yerel yönetimleri, kamu kurumlarını daha iyi kontrol edebilirsiniz. Böylece baş etmek zorunda kaldığınız ağır sorunların üstesinden gelmeyi kolaylaştırabilirsiniz.

Bizim millet sorumluluk sahibidir, biraz da otokontrol ile devleti yönetenlere yardımcı oluyor.

Ancak şunu unutmamak lazım ki OHAL koşullarında her şeyi yönetebilirsiniz ama uluslararası piyasalarla entegre bir ekonomiye istediğiniz şekli veremezsiniz. Yatırımcının isteksiz, yabancı sermayenin ürkek, bankaların temkinli, tüketicinin cimri davrandığı bir atmosferde ekonominin neşesi haliyle kaçıyor.

Artan döviz fiyatları, yüksek seyreden enflasyon, sevimsiz cari açık tablosu, düşük kalkınma hızı, özellikle genç nüfusta büyük boyutlara ulaşan işsizlik, akaryakıt zamları derken ekonomik göstergeler giderek bozuluyor.

OHAL'in derhal kaldırılmasını önerecek değilim. Lakin en azından bir takvim ortaya konması, kapalı yönetim havası veren bazı uygulamaların esnetilmesi, demokratik ortamın iyileştirilmesi gibi tedbirler, ekonomideki kırılganlığın azaltılması için hayırlı olacaktır.

VATANIM SENSİN BİTER Mİ?

Doğan Medya gurubunun el değiştirmesinden sonra rahmetli babamın eski öğretmen arkadaşlarından birisi bana "Demirören, Vatanım Sensin dizisini bitirir mi?" diye sordu.

"Sanmam" diye cevap verdim. Ama merkez medya niteliğindeki bir basın kuruluşunun satışının toplumun bir kesiminde yarattığı algı karşısında biraz da endişelendim.

GÜLSAN SANAYİİ SİTESİ MESELESİ

Samsun'da Büyükşehir Belediyesi'nin Gülsan Sanayi sitesini taşıma çalışmalarını bir kesim eleştiriyor. Eleştirilerin büyük bir bölümü sanayi sitesi esnafının mağdur edileceği ön kabulüyle yapılıyor.

Lakin Gülsan Sanayi sitesi ve çevresinde şöyle bir tur atınca, buradaki durumun sürdürülebilir olmadığını herkes görüyor. Adeta hiçbir kurala tabi değilmiş görüntüsü veren trafiği, salçım saçak görüntüsü, giderek büyüyen kent merkeziyle fonksiyon uyumsuzluğu, eskimiş ve yetersiz hacme sahip iş yerleri ile Gülsan Sanayi Sitesi, çoktandır sorun yaratıyor.

"Gülsan Sanayi Sitesinin taşınmasıyla elde edilecek alanda, park bahçe düzenlemesi yerine ticaret merkezleri, iş hanları ya da rezidans tarzı konut alanları üretilsin, bu bölge ekonomiye kazandırılsın" diyebilirsiniz.

Sanayi sitesinin taşınacağı alanlar geniş olsun, iş yerleri için daha büyük kapalı mekanlar inşa edilsin" diyebilirsiniz.

"Yeni kurulacak sanayi siteleri otomotiv, mobilya, imalat gibi sektörlere göre kümeleştirilsin" diyebilirsiniz.

"Ama Gülsan Sanayi Sitesi olduğu yerde kalsın; eski tas eski hamam devam etsin" diyemezsiniz.

SAMSUN'DA BELEDİYE BAŞKANLARININ SOSYAL MEDYA PERFORMANSI

Yaratıcılık sıfır...

Takipçi az...

Sosyal medya jargonundan uzak...

Bütün paylaşımlar birbirinin benzeri...

Cenazeye gittik, düğüne katıldık, açılış yaptık, çocuğu gözünden hacı amcayı elinden öptük...

Beğenenler, retweet edenler belediye ile bir şekilde yolu kesişenlerden ibaret...

Bence belediye başkanlarımıza sosyal medya hesaplarının yönetimi için profesyonel destek şart...

MÜLTECİLER İLE KAFKAS / BALKAN GÖÇMENLERİ AYNI MI?

Zaman zaman Ortadoğu ülkelerinden gelen mülteciler ile Balkanlar, Kafkasya ve Kırım'dan göç etmiş vatandaşlarımızı birbirine benzetenlere rastlıyoruz. Bunu bazen iyi niyetle yapıyorlar, bazen tarih ve sosyoloji bilmedikleri için yanlış bilgilerle...

Aradaki farkları şöyle sıralayalım:

BİR: Ortadoğu'dan gelenler, iç savaştan kaçarak geliyorlar. Balkanlar'dan, Kırım'dan ve Kafkasya'dan gelenler ise yaşadıkları coğrafya düşman işgaline uğrayınca ana vatana geri dönmeyi tercih ettikleri için buraya geldiler...

İKİ: Ortadoğu'dan gelenler bir kolayını bulsa hemen Almanya'ya, Fransa'ya, İngiltere'ye yerleşir. Bizimkilerin aklından böyle bir şey hiç geçmemiştir.

ÜÇ: Balkanlar'dan ve Karadeniz'in karşı kıyılarından gelen Yörük Türkler, Pomaklar, Boşnaklar, Arnavutlar, Çerkesler, Tatarlar, Kırım Türkleri, Müslüman Gürcüler ve diğer halklar; Atatürk'ün "Ne mutlu Türk'üm diyene" öz deyişi etrafında buluşmuş, millet bilincine sahip, bu ülkenin kurucu unsuru olmaktan gurur duyan insanlardan oluşur. Ortadoğulu mülteciler ise (aralarındaki Türkmenler dışında) bu fikre oldukça uzaktır.

Bütün bunlar, Ortadoğulu mültecilere düşmanlık beslediğimiz anlamına asla gelmez. Onlar, büyük ekseriyetle bizim kadim komşularımız ve din kardeşlerimizdir. Elimizden geldiği kadar ülkemizde en iyi şekilde misafir etmeye çalışırız.Kendi ülkelerinde yeniden mutlu bir hayat kurabilmeleri için onlara yardımcı olmaya gayret ederiz.

Sebebi ne olursa olsun, insanların kendi topraklarından ayrılmaları zordur. Allah kimseye mecburi gurbetlik yazmamış olsun.

BAFRA'DA İNTİHAR EDEN GENÇLER

Geçtiğimiz hafta Kızılırmak'a atlayarak intihar eden gençlerin ardından bilhassa ulusal basın işin magazin boyutuna odaklandı. "Yasak aşk nedeniyle ölümü seçen gençler" hikayesi, belli ki tiraj yaptırıyor, ratingleri patlatıyor...

Oysa bu gençlerin kırk beş dakika akıntıya direnmeye çalıştıktan sonra dayanamayıp gözden kaybolmalarına medya pek ilgi göstermedi. Kriz yönetimindeki zaaflar, ekipman yetersizlikleri, yardım ekiplerinin eğitimsizliği gibi faktörler üzerinde kimse durmadı...

İki genç pisi pisine öldü. Hiç bir kurum, kendini sorgulama ihtiyacı duymadı. Nerde hata yapıldığına kimse kafa yormadı. Ceza alan da olmadı.

Oysa her an Kızılırmak'a bir araba uçabilir. Arabanın içinde siz ya da bir yakınınız olabilir. Size yardım edecek olanlar aynı yetersiz görevliler... Ellerinde aynı yetersiz ekipmanlar...