Samsun'un İlkadım ilçesinin Kavak sınırına yakın, Mahmur Dağının yükseklerinde, şirin bir köydür, Çanakçı... 1924 mübadelesinde gelenlerin kurmuş. Vakti saatinde büyükçe bir köy imiş.

Tütün ve hayvancılık gibi geçim kaynakları kurudukça Çanakçı sakinleri, çareyi Samsun'a ve diğer büyük şehirlere göçte bulmuş. Önemli bir kısmı da İlyasköy başta olmak üzere İlkadım ilçesinin merkezine yerleşmişler.

Lakin ben şahidim ki Samsun'un merkezine yerleşmiş olsalar da hiçbirisinin köyleriyle bağlantısı kesilmedi. Çanakçı'daki baba ocaklarını, bağlarını bahçelerini muhafaza ettiler. Birçoğu yaz tatillerini, senelik izinlerini hala köylerinde geçiriyorlar. Kurbanlarını orda kesiyor, düğün derneklerini orda yapıyor, cenazelerini oraya gömüyorlar. Köyün meseleleriyle o denli ilgileniyorlar ki bunun için Çanakçı köyü kalkındırma derneğini kurdular, ama derneğin merkezini İlyasköy'e aldılar. Çünkü Çanakçı köyünün sakinleri büyük ekseriyetle burada oturuyordu.

Malum, önümüzde yerel seçim var. Çanakçı'dan da muhtar olmak isteyen adaylar çıktı. Bunun üzerine bazı köy sakinleri, seçmen kayıtlarını Çanakçı'ya kaydırdı. Biraz da doğal bir refleksle kendi yakınlarının seçilmesi için destek vermek isteyenler, Samsun'un merkez mahallelerindeki sandıklarda değil doğup büyüdükleri köyde oylarını kullanmak istedi.

Ancak ne olduysa bundan sonra oldu. Köyün mevcut muhtarı, koltuğunun sallandığını görünce soluğu YSK'da aldı ve köylerinde oy kullanmak isteyenleri şikayet etti.

YSK'dakiler de meseleye düz mantıkla baktılar. Herkesin oturduğu yerde oy kullanması gerektiği gerekçesiyle oylarını Çanakçı'ya taşıyanlara engel oldular. Üstelik - eğer bana gelen bilgi doğruysa - bu vatandaşların oy kullanma hakları tamamen zayi oldu. Bir başka deyişle bırakın Çanakçı'da oy kullanmayı, eski sandıklarının bulunduğu yerde dahi oy kullanmalarına engel olunmuş. Yani anayasal seçme haklarını tamamen yitirmişler.

Yanlış anlaşılmasın... Seçimlerin sonuçlarını etkilemek maksadıyla "yığma seçmen" tabir edilen uygulamaya topyekun karşı çıkmak gerekir. Misal, herhangi bir yere tamamen alakasız bir yerden sadece seçim sonucuna etki yapmak için seçmen kaydırmaya çalışmak elbette etik değil.

Çanakçı örneğine dönersek... Vakti saatinde köyüyle tüm bağlantısını kesip başka bir kente taşınmış kimselerin sadece akrabalarının muhtar seçilmesi için "hadi köyümüze geri dönelim" türküsünü söylemesi kabul edilemez.

Ama, köyle bağlantısı hiç kopmamış, köyde hala ocağı tüten bir evi olan, sadece iş ya da çocukların okulları için birkaç km ötedeki kent merkezinde ikinci bir ev edinmiş kişilerin oylarını nerede kullanacaklarına kendileri karar verebilmelidir.

Bu konudaki itirazlara karara bağlayan hakimlerin takdir haklarını kullanırken, "o köyün nüfusuna kayıtlı olmak, o köyde kayıtlı tapularının olması, eski adreslerinin aynı ya da komşu bir ilçede olması" gibi koşulları sağlayanlar lehinde olması gerekmez mi?

İnsanların doğup büyüdükleri ve bağlarını hiç kesmedikleri köylerinin yönetimine müdahil olmak istemelerinin neresi kötü?

Köylerinin kaderine katkı vermek isteyen insanlara "trafoya girmeye çalışan kedi" muamelesi yapmak adaletsizlik değil mi?

Yurt dışına çıkanların havalimanlarında oy kullanmalarına kolaylık gösteren devlet baba, belli kriterler ortaya koyarak insanların ikinci adres olarak kullandıkları, kayıtlı tapularının bulunduğu, elektrik su faturası ödedikleri, vergi verdikleri köylerinde oy kullanabilmelerine, aynı il ya da ilçede yaşıyor olmak kaydıyla izin verse kıyamet mi kopar?

Hadi bir cümle daha edelim... On binlerce Suriye doğumlu adam, "vatandaş yapılarak" yerel seçimlerde Türkiye'nin kentlerinin kaderi hakkında söz sahibi olabiliyorken... Çanakçı köyündeki yurdum insanının anayasal seçme hakkını tümüyle elinden alacak biçimde kanaat kullanmak... Nasıl desem... Uygun mudur efendim?

KIZDIĞIM TİPLER

Adam liyakat özürlü... Yönettiği kurumu batağa sürüklemiş... Ama kendisini "Elon Musk" sanıyor!

Herif çakalın önde gideni... Önüne geleni kazıklamayı, soyup soğana çevirmeyi "kurnazlık" sanıyor!

Yanında korumaları olmadan insan içine çıkamayacak hale gelmiş... İtibarını yemiş bitirmiş... Lakin git bak, kendisini "halk adamı" sanıyor!

Sokak ortasında, toplu taşıma aracında, kahvehanede, maçta filan... Ulu orta, ana avrat sövüyor... Yaptığı terbiyesizliği "samimiyet" sanıyor!

Yüzsüz mü yüzsüz... Hadsiz mi hadsiz... Cahil cesaretinin nirvanasında dolaşıyor... Ama git, bak... Yaptıklarını "özgüven" sanıyor!

Oturmasını bilmez, kalkmasını bilmez... Kabalığın kitabını yazmış... Karşısında kibar birini görünce ayranı fokurdamaya başlıyor. Haspam, nezaketi "zayıflık" sanıyor!

Karşındaki adam tahsilli... Okuyor, yazıyor, düşünüyor... Ama kendisini pazarlama derdi yok... Bizimki havalı ya! Mütevazılığı "aptallık" sanıyor!

Hayatta kimsenin kesik parmağına işememiş... Bir tek hayır işi yapmamış... Düşenin elinden tutmamış... Cebinde akreple gezmeyi marifet bilmiş... Fakire yardım eden, cemiyet işleri için elini cüzdanına atmaktan tereddüt etmeyen, etrafına faydalı olmak için dört dönen iyi niyetli bir adamla rastlaşınca onu "enayi" sanıyor!

Mirim, hepsini geçtim.. Adam yavur parasıyla beş para etmez, kendisini "bulunmaz hint kumaşı" sanıyor!

DİL YARASI

Yazmayı konuşmaktan daha çok seviyorum. Zira yazdıklarınızı beğenmezseniz silip değiştirebiliyorsunuz. Ama konuşurken boşboğazlık ettiğinizde ağzınızdan çıkan lafı bir daha geri almak mümkün olmuyor. En yakın dostlarınızı, en sevdiğiniz insanları dilinizle yaralayabiliyorsunuz. Malum, dil yarası da kolay geçmez... Bilmesine biliyorum da... Dil bu güzel kardeşim, kemiği yok ki!