Geçen hafta içiydi. İş yerimdeyim... 657 şapkamı giymiş, masamda evrak okuyorum. Cep telefonum çaldı, baktım bilmediğim bir numara arıyor.

Tanımadığı numara aradığında telefonu açmak zorunda olan üç meslek erbabı vardır: Belediye memuru, siyasetçi tayfası, kalem işçisi... Serde üçü de var, istersen açma!

"Alo, buyrun" demeye kalmadı karşımdaki hanım abla, "Ben Akın Üner'i arıyorum." deyverdi.

"Buldunuz efendim... Ben ta kendisiyim."

Çok geçmeden anladım ki telefondaki kadın, aslında beni aramıyor. "Akın bey, ben sizden Şaman Selenge'ye ulaşabilmek için yardım istiyorum."

Gençlerin deyimiyle bana "kal" geldi tabii... Şaman Selenge, benim yarattığım sanal bir kahraman! Her yılbaşında matraklık olsun diye "Şaman Selenge'den gelecek senenin falı" diye bir şeyler yazarım.

Bilmeyenler için hatırlatalım: Selenge, güya Orta Asya doğumlu kadın bir şaman... Müthiş kehanetleri var. Ona bir tek ben ulaşabiliyorum. Çünkü sadece bana güveniyor. Saklandığı yer çok gizli... Kurşun dökerek filan baktığı fallarda gördüklerini söylerken, bana "Katip" diye hitap ediyor.

Neticede bu öykünün ciddiye alınır bir tarafı yok, Şaman Selenge okuyucuyla hasbıhal etmek için yarattığım sanal bir kahraman, o kadar.

Ama telefondaki kadın, Şaman Selenge'nin hakikaten yaşadığına iman etmiş. Ben ne kadar böyle biri yok diye izah etmeye çalışsam da adeta yalvarıyor. Çok büyük bir derdi olduğunu, ancak Şaman Selenge'nin ona yardım edeceğini filan söylüyor!

Dakikalarca dil döktüysem de telefondaki muhatabımı ikna edemedim. "Biliyorum, siz Selenge'yi korumak için böyle söylüyorsunuz. Ama benim ona çok ihtiyacım var. Ne kadar para isterseniz söyleyin, yeter ki derdimi ona anlatmama aracılık edin" diyor!

Hani az üç kağıtçı olsam, durup dururken Selenge masalıyla cukkayı götüreceğim!

Neyse, güç bela telefonu kapattıktan sonra "Nasıl yani?" diye şöyle bir duraladım. Sonra merak ettim, internetteki arama motorlarından Şaman Selenge'yi tarattım. Bir de ne göreyim: Bizim Selenge, benden daha meşhur olmuş da haberimiz yokmuş!

Youtube'da, kişisel bloglarda, çeşitli sosyal medya sayfalarında, falcılıkla iştigal edilen kimi guruplarda Şaman Selenge'nin namı yürümüş gitmiş! Öyle ki Nostradomus veya Baba Vanga gibi dünya çapında isim yapmış kahinlerle birlikte anılır olmuş.

"Vallahi pes!" dedim!

Aslında yazdıklarımın edebiyat kısmından ziyade kurgu kısmıyla ilgilenen okuyucularla ilk defa karşılaşmıyorum.

Geçen seneydi. Gene telefonum çaldı. Yunanistan'dan bir numara... Benim için şaşılacak bir şey değil; orada o kadar çok dostumuz var ki!

Arayan Batı Trakya Türkleri'nden, Gümülcineli bir soydaş... "Yanımda Yunanlı bir doktor var, dedesi Samsun doğumlu, çok iyi Türkçe biliyor ve senin kitaplarının hayranı, tanışmak istiyor."

"Ver telefonu, tanışalım" deyince tatlı bir Rum şivesiyle çok güzel Türkçe konuşan birinin sesini duydum. Evde hala Türkçe konuştuklarını, Gümülcineli Türklerle kendi ana diliyle anlaştığını filan söyledikten sonra, "Samsun'da Türk dostlarım var, onlar sana ulaşacaklar, kitaplarından okuduğum bir konuda sana bir şeyler soracaklar." dedi.

Doğrusu pek anlam veremedim. "Herhalde adamcağızın kendi hayat öyküsüyle ilgili bir detay var da onu öğrenmek istiyor." diye düşündüm.

Gerçekten de çok geçmeden Yunanlı doktorun selamıyla gelen birisi beni buldu. "İlla yemeğe gidelim" diye tutturdu. Oturduğumuz yerde fısıldar gibi bir sesle "birkaç defa Yunanistan'a gittiğini, oradan temin ettiği define haritalarıyla Türkiye'de gömü aradığını" anlattı. Meğer doktorla orada tanışmış...

Anlattıklarına bakılırsa Gümülcine'deki Samsun kökenli doktor, benim "Mümin Bulut" isimli kitabımı okumuş ve çok sevmiş. Okumayanlar vardır, bu romanımda, Pontus ayaklanmasının mimarlarından Metropolit Papaz Karavangelis'in gömdüğü altınların peşindeki Rum definecinin hikayesi anlatılıyor. Çırakman'daki yel değirmeninden tarihi Rum çeşmesine, Kelkaya kilisesinden Çınaralan'a uzanan heyecanlı bir öykü!

Lafın ardı geldikçe anlıyorum ki Yunanlı doktor, aslında bir define meraklısı ve Türk ortaklarıyla birlikte ordan burdan duydukları gömü hikayelerinin peşindeler!

İşe bak ki bu romanımı Tekkeköy belediye reisi okumamış, okusa çağırıp "bu kitabı nasıl Tekkeköy'ün tanıtımı için kullanabiliriz?" diye sorardı.

Bunun yerine ta Yunanistan'daki bir define avcısı yazdıklarımı hatmetmiş... Benim edebiyatçı tarafımla pek ilgilenmiyor belki ama yazdıklarım pekala onu alakadar etmiş!

Demesi o ki, Doktor Beyin elinde bir define krokisi var. İddiasına göre bizim Subaşı Meydanı ile Demirciler Yokuşu arasında kalan ara sokaklardan birisinde eskiden bir Rum konağı varmış. Mübadele döneminde ev sahibi giderken elindeki altınları konağın duvarlarındaki gizli bir bölmeye saklamış. Eldeki kroki, şimdiki durumla pek örtüşmüyor, ama o dönemden kaldığını zannettikleri birkaç yeri belirlemişler.

Ben biraz şaşkın "Sizin için ne yapabilirim?" diye sorduğumda, eldeki krokileri inceleyerek kayıp gömünün sırrını ancak benim çözebileceğimi söylediler. Sizin anlayacağınız defineci tayfası, Türküyle Yunanlısıyla benim müthiş bir define avcısı olduğuma iman etmişler!

Heyhat!

Okuyucularım her yazdığımı hakikat sayacak kadar gerçekçi bir dil kullandığım için sevinmeli miyim?

Yoksa kitaplarımı okuyan kitlenin - en az benim kadar - çatlak olduğuna hayıflanmalı mıyım?

Vallahi bilemedim, billahi bilemedim!

NOT: Yıllık iznimin bir bölümü kullanacağım için köşe yazılarıma kısa bir süre ara vereceğim. Yeniden görüşmek dileğiyle...