Çocuklara armağan edilmiştir ama çocuk bayramı değildir. O kendi vatanında yok edilmek istenen bir milletin 'Hayır, ölmedim, ölmeyeceğim' diye haykırmasının ve Ankara bozkırından bütün bir dünyaya meydan okumasının bayramıdır. O bizim 'tam bağımsızlık ve milli egemenlik' bayramımızdır. O temeli atanların, o çatıyı çatanların, o muhteşem eseri geleceğimizin sahibi çocuklarımıza armağan etmesi o bayramın asli manasını asla çocuklaştırmaz tam tersine biraz daha derinleştirir, daha da yüceltir.

Önünde 19 Mayıs, arkasında 30 Ağustos ve 29 Ekim vardır. 19 Mayıs gençlere, 30 Ağustos kahraman orduya, 29 Ekim ise bunların hepsini kapsayan millete armağan edilmiştir. Bu dört milli bayramın tamamı her kesimin ve herkesindir ve her kesime ve herkese emanettir. Anlamak ve sahip çıkmak da kendisini bu millete mensup kabul eden her kesimin ve herkesin ilk ve en asli görevidir.

23 Nisan 1920'nin o mübarek cuma günü, sadece batı Türklüğünün değil, tüm Türk dünyasının, tüm İslam aleminin ve Şark'ın ve Afrika'nın tüm 'mazlum milletlerin' kurtuluş meşalesinin bütün bir cihanı aydınlatmaya başladığı gündür. O gün Ankara'da yakılan ateş, sadece Anadolu'yu değil tüm Türk ve İslam dünyasını ve tüm mazlum milletler coğrafyasını aydınlattı ve o gün bu topraklarda kazanılan zafer ondan sonra verilen tüm bağımsızlık savaşlarının öncüsü ve örneği oldu.

Ben 23 Nisan 1920 günü Ankara'nın bir küçük, bir mütevazı binasında çalışmaya başlayan Birinci Büyük Millet Meclisi'ni 'devlet kuran meclis' diye tanımlar ve tebcil ederim. Yurdun dört bir tarafından bin bir zorlukla gelmiş bir avuç inanmış insan. Kimisi alaylı kimisi mektepli, kimisi sarıklı kimisi kalpaklı, kimisi üniversite hocası kimisi okuma yazma bilmez aşiret reisi. Kimisi işgal İstanbul'undan kimisi de Malta'daki esir kampından kaçıp gelmiş, kimileri de yurdun dört bir yanından yolları kesen işgal kuvvetlerini ve işbirlikçilerini, haydutları atlatarak, ölümü göze alarak.

O güne kadar birbirlerini bilmeyen, tanımayan ve milli ve dini değerlerinden başka hayatlarında hiçbir ortak yan bulunmayan asker, eşraf, ulema, hoca, muallim, avukat, doktor, çiftçi onca değişik meslekten ve meşrepten insanı biraraya getiren temel düşünce o günkü ifadeyle 'istiklal-i tam ve hakimiyet-i milliye' inancı. Gençler için açıklamak gerekirse eğer 'istiklal-i tam ve hakimiyet-i milliye' tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik demektir.

Aradan geçen yılların o günün yorgun ve yoksul Anadolu'sunda yakılan o meşalenin, kazanılan o zaferin ve inşa edilen yeni devletin cihanşümul önemini aşındırması söz konusu olmamalı. Tarih o destanı her zaman gerçek manası ve önemiyle anacak ve anlatacaktır. Bundan asla şüphem yok. Üzüntüm tarihin ilgisizliğine değil -çünkü öyle bir şey olmaz, olamaz- o destanın mirasçısı bizlerin kendi destanımızı her geçen gün biraz daha unutmamız, küçümsememiz ve hatta kısmen de olsa inkara kalkışmamızdan kaynaklanmaktadır.

Evet; bu bayram çocuklara armağan edilmiştir ama çocuk bayramı değildir. Çocuklarımızla birlikte kutlayalım ama ne olur asli manasını bir kenara koyarak bir çocuk şenliğine dönüştürmeyelim, çocuklaştırmayalım. Bugünkü varlığımızı o günlere ve o günlerin aziz şehitleri ve gazilerine borçlu olduğumuzu çocuklarımıza yine onların diliyle anlatalım ama bizler, biz büyükler bu bayrama salt çocukların şenlik günü olarak bakmayalım.

Bilelim ve inanalım ki bu bayram Şark'ın karanlık gecesinden nurlu ufuklara doğru başlayan bir kutlu yürüyüşün açılan ilk bayrağıdır. Şair ne güzel anlatır bizim Milli Mücadelemizi ve o mücadelede açtığımız ve sonra altına tüm mazlum milletlerin sığındığı o bayrağı:

'Davası yalın kılıç kesilmiş avucunda/ O dört yanı tutuşmuş bir kıtanın ucunda/ Açılan ilk ihtilal bayrağıdır Asya'nın/ Vay haline! O bayrak altına koşmayanın…'

O bayrağı biz açtık ve Şark'ın mazlum milletlerine örnek biz olduk. Ne mutlu bize… 23 Nisan, çocuklarımıza ve milletimize kutlu olsun.