Ona sığınır, dilimizden düşürmeyiz.
                Gönüllerde hep 'Allah razı olsun' cümlesi.
                Her gün kullandığımız öyle dualar var ki.              
                Yolcuya 'Allah yolunu açık etsin', ya da 'Allah kavuştursun.'
                Sevindirene 'Allah ne muradın varsa versin.'
                Ev alana 'Allah güle güle oturmak nasip etsin', güzelliğe 'Allah nazarlardan saklasın.'
                Araç alana 'Allah kaza bela vermesin', kaza geçirene 'Allah beterinden saklasın.'
                Evlenene 'Allah bir yastıkta kocatsın', askerimize 'Allah ayağına taş değdirmesin.'
                Hastaya 'Allah sağlık sıhhat afiyet versin', darda kalana 'Allah yardımcı olsun.'
                Allah'a inancı olmayan dahi bu cümleleri içine işlemiş gibi kullanır.
                İnandığımız o güce dayanan dualar ne güzel değil mi?
                'Allah'a şükürler olsun', 'Allah yardımcımız olsun.'
                Beklenmedik mutlulukta 'Allah'ım sen ne büyüksün.'
                'Allah'ım bana verdi başkasına da versin.'
                Hep ondan yardım diler, ondan bekleriz.
                Çalışıp kazanırken bile onun rızasıyla kazandığımızı söyleriz.
                İzmir depreminde tam ümitler sıfırlanmıştı ki, ilk sevinç şokunu 61.nci saatte Elif, ikincisini 91.nci saatte Ayda kızımızla yaşamıştık. Kızlarımızın tonlarca enkazın altında hangi duygularla, hangi fiziksel güçle dayandığına akıl sır erdirilir gibi değildi. Özellikle yüzünde çizik dahi olmayan, çevresine tebessümler dağıtan Ayda sevindirirken herkesi şaşırttı.
                Mucize tabloda en can alıcı tepkiler kurtarma ekiplerinden gelirken, 'Allah'ım sana şükürler olsun' diye mutluluğa boğuldu milyonlar. Türkiye sevinç gözyaşı dökerken, onları çıkaranlar sanki kendi çocuklarına gözlerinin önüne getirdiklerini söylüyorlardı. Duygu yoğunluğu öylesine derinden yaşandı ki, bu insan olabilmenin yansımasıydı.
                'Allah öldürmez' denilen sevinç dalgaları o ana kadarki kayıpları neredeyse unutturdu.
                'Senin takdirinle bu kızlarımızı bulduk, istemesen bu sevinci yaşayamazdık' anlamına gelen 'Allah'u Ekber' tekbir sesleri duyuldu yıkılan binaların başında. Ayda'yı boğazına kadar gömüldüğü beton yığınlarının altından alanlar, bunu inandıkları gücün lütfettiğini Allahu Ekber sesleriyle dile getirdiler ama işte olan ondan sonra oldu.
                'At kaçtı torba düştü' sen misin sevincini bu sözlerle paylaşan.
                Öyle sözler ki, 'Biz nerede, hangi ülkede yaşıyoruz?' dedik.
                Enkaz altından yüzün üzerinde kişiyi canlı çıkartan, çıkardıkları her cansız bedenle kahrolan, bir kişiye canlı ulaşabilmek için zamanla yarışarak gecesini gündüzüne katan ekipleri, sıcacık yataklarında can pazarını seyredenler yerden yere vurdu.        
                Allah'u Ekber'in anlamı ' Allah tek büyüktür. Allah en büyüktür, her şeyden büyüktür, üstündür, uludur, azametlidir.'
               
Ne yani toplumsal dayanışmaya aykırı bir şey mi söylemişlerdi?
                Bu sevince rahatsızlık hangi aklın, hangi fikrin uzantısıydı?
                Düşündüm; Çanakkale Destanı hangi inançla yazıldı diye.
                Düşündüm;  kınalı kuzular bu ülkenin kurtuluşu için nasıl bir inançla yola çıktılar diye.
                Düşündüm;  bu ülkenin meclisi hangi inanç temelleriyle kuruldu diye.
                Fransa ile yapılan milli maçta attıkları golü şehitlerimize hediye ederek selamlayan futbolcularımıza tepki gösterenlerden ne farkı vardı bu tepkilerin?
                Allah'u Ekber' den rahatsız olan zavallılar.
                Bilin ki aynı topraklarda, acıda, tasada, kader birliği yaşayan, sevinçlerini inandıkları güçle bağlantı kurarak şükran ve minnet duygularıyla ifade eden, açıkçası Elif ve Ayda kızımızın kurtarılışını 'Allah'u Ekber diyerek sevinenler' bizatihi Türk Milletinin ta kendiside.
                'Sorarım size, siz kimsiniz acaba?'