Kısıtlamadan çıkar çıkmaz attık kendimizi dışarıya.
Hedef asla kalabalıklar değil, aksine riskin sıfır olduğu yerler.
Oralarda da elden geldiğince temasa dikkat ederek.
Bizimki 'Evde Kal Türkiye' sürecinden 'Evde Kalamıyorsan Doğayla Kucaklaş' aşaması.
Öyle bir çıkış ki üç gün derken hafta bize az geldi.
Bir baktık, Ordu Mesudiye Köşe Yaylası'ndayız.
Yaylanın o meşhur çisesinden, sisinden, dumanından eser yok.
Dillere destan muhteşem güzelliği tüm albenisiyle önümüzde.
Yaylada simgeleşmiş görüntü 2300 rakımlı Eriçok Dağı. On yıl önce grupla çıktığımız zirveye bu kez eşimle çıkma kararımız karşısında yayla sakinleri temkinli.
Yörede sürekli kalan biri olmadığımızdan risk taşıdığının farkındayız.
Havanın güzelliği de kararınızdan vazgeçmeyin der gibi.
Piknik tarzında, otura kalka, bizi kimsenin zorlamayacağı bir yürüyüş olur diye düşünüyoruz.
Dört saati hedeflediğimiz tırmanış öncesi kahvaltımızı sağlam yapıp, sırt çantamıza suyumuzu ve birkaç parça yiyeceğimizi alarak yola koyulduk. Açık hava doğanın muhteşem görüntüleri kaydetmemize imkan verirken, telefonumdaki şarjın yetersizliği ise endişemizdi.
Birkaç yüz metre tırmanmıştık ki rakım yüksekliği vücudu sarsmaya başladı. Yürüdükçe giysilerimizi çıkarıyoruz ki terleyip üşütmek istemiyoruz. Tırmanışın ilk etabı Maşat düzünde yaylanın büyükbaş hayvanlarıyla, Sercan ve koyunlarıyla da dağın eteğinde buluştuk.
Bölgede insan görmek, varlığından haberdar olmak güven veriyor insana.
Sercan'dan ayrılınca iki saatlik tırmanışı eşimle sürdüreceğimizi bilsek de, Sercan'ın 'Sizinki iyi cesaret vallahi! Dönüşte kara demlikle çayım, kavurmam bile var, size kuzu bile kesebilirim' sözlerine eklediği 'İhtiyaç duyduğunuzda nerede olursanız olun koşarak gelirim.' sözü bize ayrı bir ilaç oldu.
Sercan'dan ayrılıp ikinci etap olan Ayıtaşı kayalıklarına yöneldik.
Çıkışımızı dik yapamıyor, zikzak çizerek yükseliyoruz.
Dağın eteklerinde göz alabildiğince mevsimsel sarıçiçekler.
Kümeler halinde çiçeklerin içine giriyor, bazen kokluyor, bazen de üstlerine yatıyoruz.
Doğayla sevgi paylaşımı yaparak kendimize cesaret veriyoruz sanki.
Desen gibi çizilmiş rengârenk örtü uzaktan da yakından da inanılmaz güzel.
Bu güzelliğe Köşe Yaylası'nın farklı açılardan görselliği ekleniyor.
Yükseldikçe yayla evlerinin görüntüsü küçülürken, ayak basılmamış çayırların üzerinde otura kalka mola vererek yorgunluğa engel olmaya çalışıyoruz.
Bir endişemiz de Ayşegül Hanım'ın dizleri. 'Benden bu kadar' deyip tırmanışa engel olma tehdidine karşı her şeyi öylesine kontrollü yapıyoruz ki en ufak bir riskte dönebiliriz.
Kafamızı kaldırdığımızda volkanik devasa kayalıklar doğanın ürkütücü hali. Bir ara o kayalıkların üzerinden üzerimize doğru bembeyaz bir bulutun 'Hoş geldiniz!' dercesine gelişini seyre dalıyoruz.
Bu arada görüş alanımıza giren yerlerle ilgili yorumlarımızın ardı arkası kesilmiyor.
Sivas, Ordu, Giresun, Gürgentepe, Turnalık, Çambaşı, Karagöl Yaylası?
Öyle bir zirveye çıkıyoruz ki oradan üç ilin topraklarını görmek mümkün. Yaşadıklarımız görüntü kaydı ve tehlike anında tutunacağımız tek araç telefonumuzun değerini bize hatırlatıyor.
Bu arada çantamızdaki suyun azaldığını fark ediyoruz. Kalanını da yudum yudum içerek değerlendirirken bir taraftan küçük de olsa akan bir su peşindeyiz.
Yol aldıkça bedensel ve ruhsal tepkilere rağmen direnç de önemli.
Ayşegül Hanım'a her bakışımda nefes nefese kaldığını görüyorum.
Azmi ve performansı takdire şayan.
Aklımızın köşesinde yer edinen bir bilgi ise Meteoroloji'den.
Hafta içi Karadeniz'de şiddetli sağanak geçişleri olacak.
Beklenmedik durum ve büyük tehlike...
Bir sonraki yazıda...