Geri gitsem o günlere, yeniden aşık olsam kırk altı yıllık hayat arkadaşıma ve divan edebiyatının en güzel şiirlerini ama illa da Yahya Kemal’in Vuslat’ını tekrar tekrar okusam gözlerine bakarak: “Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar/ Ömrün bütün ikbalini vuslatta bulanlar/ Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı/ Görmezler ufuklarda şafak söktüğü anı…” Ya da birazı esinlenme birazı sevdanın coşkusuyla kendi şiirimi yazsam ona bir akrostiş denemesi olarak: “Zülfünle sürükledik mehtabı dün gece/ Üzerinde bir al şal, ak yüzünde ferace/ Halka halka olurken sular bakışlarından/ Aczinden utanıp sönen yıldızlar gördüm/ Lalezarda methini söyleyen kızlar gördüm…”

Geri gitsem o yıllara, on dokuzunda öğrenci olsam İstanbul Hukuk’ta ve Laleli’nin kaldırımlarında bir sabaha karşı Üstad’ın Kaldırımlar’ını okusak Komando Mustafa ile. Bir o okusa ben dinlesem bir ben okusam o dinlese ve ayak seslerimizi aç köpeklerle birlikte kendimiz dinlesek: “Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında/ Yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum/ Yolumun karanlığa saplanan noktasında/ Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum/ Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık/ Yukarlardan damları kolluyor yıldırımlar/ İn cin uykuda yalnız iki yoldaş uyanık/ Biri benim biri de serseri kaldırımlar…/

Rasim (Cinisli) Ağabey güzel okurdu, ondan dinlesem Rabia Hatun’un “Bir alev kasedir gönlüm yana yana/ Men ta senin yanında dahi hasretem sana/ Yaşlar dökende söndüremez ateşimi su/ Sunsan elinle kanımı, içsem kana kana/ Olsandı sen hava, olsamdı men sema/Alsamdı men seni dem dem, nefes nefes…” dizelerini

Şiir bizim sevdamızdı, biz şiirlerle büyüdük, şiirlerle sevdik, şiirlerle seviştik ve yine şiirlerle dövüştük. Nedim le sevdamızı ilan ederken ceylan gözlülere Koç Yiğit Köroğlu ile de meydan okuduk zalimlere, Dadaloğlu’yla çıktık dağlara ve selam gönderdik sultana: “Davranı da deli gönül davranı/ Dağı taşı deler mızrağımızın temreni/ Hakkımızda devlet etmiş fermanı/ Ferman padişahın dağlar bizimdir…”

Cemal Kutay’ın Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri adlı yirmi ciltlik dev eserinden bir resim, Türkiye haritasının önünde kollarını açmış dünyaya meydan okuyan bir adam ve bir şiir; çocukluktan gençliğe geçiş yıllarımda kazınmıştır hafızama ve hala tüm canlılığıyla yaşar orada: “Davası yalın kılıç kesilmiş avucunda/ O dört yanı tutuşmuş bir kıtanın ucunda/ Açılan ilk ihtilal bayrağıdır Asya’nın/ Vay haline o bayrak altına koşmayanın!..”

Bir başka Cemal daha vardır tarihçi Cemal Kutay’dan önce yaşamış şair ve edip, Mithat Cemal Kuntay. Hani şu “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır/ Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” dizelerinin şairi. Onun bir başka dizesi daha vardır ilki kadar meşhur olmasa da oldukça bilinen ve Asya’nın ilk ihtilal bayrağının açılmasından, Milli Mücadele nin başlamasından hemen önce dünyaya meydan okuyan ve umutsuz yüreklere umut veren: “Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hatta/ Çekmez kürrenin sırtı o tabut-i cesimi…”

O yıllardan elimizde kala kala altmışlı yaşların ikinci yarısında onlu yaşların sonuyla yirmili yaşların başlarına hasret duymak kaldı. Geri dönmek mümkün değil ama o yaşların cevherini yeniden tutuşturacak kahramanı beklemek de yasak ve ayıp değil ya… Ah o kahraman bir gelse, ülkenin ufkunu kaplayan kara bulutların arasından çıkarak ah bir gelse… Geride kalan elli yılı yok sayıp yeniden on yedi yaşın deliliğinde peşinden gitsem… Heyhat, ufuklar her geçen gün biraz daha kararıyor ve benim zamanım giderek daha da azalıyor.

NOT: 1- Mezar taşlarını okumak için değil ama işte bu şiiri anlamak için gençlerimizin Osmanlı Türkçesinin kelimelerine ya da bir Osmanlıca-Türkçe sözlüğe ihtiyaçları var.