Özellikle Osmanlı döneminde, İran ile olan savaşların nedeni, mezhep ayrımcılığına dayandırılmak istenirse de bunun tamamen doğru olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Anadolu’da Osmanlının kurulmasından sonra, fetihlere başlanmıştır. Doğu, batı, kuzey ve güneye doğru genişleyen Osmanlılar, yayılma siyasetleri bakımından doğuda İran ile karşı karşıya geldi. Kur’an’a göre Müslüman bir ülkeye savaş açamazsınız, buna şeyhülislam fetva da veremez. Bunun için bulunan hile-i şeriyye ise, mezhep farkı dolayısı ile İran’ı kâfir ilân etmekten geçer ve bu o dönemde bu yapılmış, Şeyhülislamlar savaşın caiz olduğuna dair fetva vermişleridir. Bana göre bu bir galat-ı meşhurdur ve yanlıştır. İşin esası jeopolitiktir ve din buna alet edilmiştir. Bunun sonucunda uzun süren İran-Osmanlı savaşları tarihte yerini almıştır. Nihayet 1639’da Kasr-ı Şirin anlaşması ile her iki devlet arasında sınırlar çizilerek, arada fazla bir sempati olmasa da bugüne kadar ilişkilerimiz, fazla bir problem yaşanmadan devam etmiştir. İran, uranyum saflaştırılması veya atom bombası yapımıyla ilgili olarak ABD ile problemler yaşamıştır. İran’ın bu teknolojinin neresinde olduğunu kestirmek mümkün değildir. Fakat son olarak ABD ile bir anlaşmaya varmışlardır. Uzun yıllar devam eden süreç içinde İran, gerek ABD ve gerekse İsrail’e taviz vermek bir tarafa meydan okumuştur. ABD de petrole bağımlılığı nedeniyle, zaten karışık olan Ortadoğu’nun daha da karışmaması için bazı hususları sineye çekmek durumunda kalmıştır. Bütün bunlar İran’ın Ortadoğu’daki Müslümanların liderliğine olmasa bile, Şia’nın koruyuculuğuna soyunma cesaretini vermiştir.
Sonu olmayan, Irak, İran savaşında yüzbinlerin kanlarını vermelerine sebep olmuştur. Yalnız, ABD ile İngiltere’nin Saddam’ı devirmesi ile Irak’ta ortaya çıkan statü, İran’ı güçlendirmiştir. İran gerek Irak ve gerekse Suriye’deki olaylarda taraftır. Bunun en son örneğini ise Yemen’de ortaya çıkan olaylarda görmekteyiz. ABD ile Batı ve 10 civarındaki Müslüman ülkeye rağmen; İran, Yemen’de Husilere destek vermektedir. İran’ın Yemen’de Husilere destek vermesi, Suriye’de Beşar Esed’e arka çıkması, Irak’ta Şia’yı desteklemesi, Mısır’da Sisi’yi desteklemesi, bakımından Türkiye dış siyaseti ile İran karşı karşıya gelmektedir. Sadece, İran ve Türkiye’nin İsrail’e olan tutumları dolayısı ile paralellik arz etmektedir. Daha önceki yazılarımda da üzerinde durduğum gibi, mezhep çatışmalarının durdurulamadığı bir Ortadoğu’yu, Müslümanların mekânı olarak düşünmem imkânsızdır. Durum bu halde iken, Türkiye, İran ve Mısır Ortadoğu Müslümanlarının liderliğine soyunmaktadır. Özellikle din-mezhep esas alındığı takdirde bu liderliğin, Ortadoğu’da din kardeşliğini tesis etmesi imkân dâhilinde değildir. Kimileri bunu nereden biliyorsun diyebilir? Cevabı çok basittir. Osmanlı döneminde bu denenmiş ve sonuç alınamamıştır. İran’daki bazı mahfillerin, R. T. Erdoğan’ın İran’a olan resmi ziyareti üzerindeki olumsuz görüşlere rağmen; Cumhurbaşkanımızın İran gezisi gerçekleşmiştir. Yalnız, İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Devrim muhafızları temsilcisi Abdullah Naci Sadiki’nin yaptığı açıklamalar, bu gezinin tuzu biberi olmuştur. Tahran’da İran Cumhurbaşkanı Seyid Ali Hamenei tarafından Cumhurbaşkanımız resmi törenle karşılanmıştır. Resmi konuşmalarda, Suriye, Yemen ve diğer siyasi konulara değinilmemiştir. Bu gezinin, Türkiye ile İran arasındaki buzların eriyerek normal düzene gelmesi bakımından olumlu geçtiğini söylemek de mümkün değildir. Saygılarımla.