Batı'da olduğu gibi bizde de hemen her devirde, usta nesir (düz yazı) yazarları arasında, nazmın ve hatta şiirin söyleyiş güzelliğini akla getiren ahenkli ve duygu yüklü küçük nesir parçaları kaleme alanlar olmuştur. Hikaye, roman, deneme, makale vb. yazı çeşitlerine pek benzemeyen, nesirle nazım arasında bir yerde duran, ama nazımdan çok nesrin özeliklerini taşıyan bu tür metinlere, edebiyatta 'mensur şiir' (mensûre) adı verilir. 'Vezinsiz, kafiyesiz düz yazı şeklinde yazılmış, şiire ait konu ve anlatımları düz yazı ile ifade etmeye yönelik bir yazı türü' olarak tanımlanan mensur şiir, nazımla nesir karışımı bir yazı çeşidi, şiire benzeyen, şiir tadında, şiir güzelliğinde nesir demektir. Aslında bizim kültür ve edebiyatımız bu tür anlatımlara pek yabancı sayılmaz. Halk edebiyatımız dahil, sözlü olsun yazılı olsun, Türkçe'nin bilinen en eski metinlerinde 'şiirce' (şiire benzer, şiir gibi, şiir edasında) bir söyleyiş havası hep var olagelmiştir. Orhun Âbideleri ile günümüzde bütün güzelliği ve canlılığı ile yaşamakta olan Dede Korkut Hikayeleri, 'şiirce' söyleyişin iki güzel örneğidir. Divan edebiyatı nesrimiz de bu bakımdan oldukça zengin ve çeşitlidir. Sinan Paşa'nın 15. yüzyılda sade, akıcı ve tatlı bir üslûpla kaleme aldığı Tazarruat (yalvarışlar, yakarışlar), 'şiirce' söyleyişin güzel ve başarılı örneklerinden sayılır. Ama ne var ki, S. Paşa'nın divan nesrine kazandırdığı bu sade, akıcı ve etkileyici üslûp maalesef korunamamış, arkadan gelen nesir yazarları, tarihçiler ve tezkireciler, söz sanatlarının, her çeşit mecazın, Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların çok kullanıldığı, iç kafiyelerle (seci'lerle) birbirine bağlanan uzun cümlelerden oluşan, dolayısıyla okunup anlaşılması özel bir eğitimi gerektiren bir nesir türünün gelişmesine yol açmışlardır. Edebiyat tarihçilerinin şairane nesir, artistik nesir, sanatkarane nesir gibi isimlerle tanıttığı bu nesir türünde esas olan, bir düşünceyi güzel ve çarpıcı bir üslûpla açıklamak yerine hüner göstermek, bol sanatlı ve süslü bir söyleyişe ulaşmaktır. 17. yüzyılda yaşamış Nergisî ile Veysî'nin eserleri, bu nesrin en ağdalı, anlaşılması en zor örnekleri arasında gösterilir.

Tanzimat'tan sonra dille birlikte edebiyatta da bir yenileşme ve sadeleşme süreci başlamış ve elbet mensur şiir sayılabilecek metinler de bundan payını almış, Tanzimat ve Servet-i Fünûn dönemi edebiyatlarının tanınmış pek çok şair ve yazarı da, mensur şiire ilgi duymuş ve yazmışlardır. Hatta mensur şiiri, 'kısa, küçük, zihne hemen doğan ve kağıt üzerine atılıveren duygular' olarak tanımlayan ünlü romancı Halit Ziya Uşaklıgil, bu tür yazılarına Mensur Şiirler adını vermek suretiyle bizde 'mensur şiir' terimini ilk kullanan isim olmuştur. Mensur şiire en fazla itibar edenler ise, hiç şüphesiz Fecr-i Âtî topluluğuna mensup sanatçılardır. Bunlarda 'mensûre' yazmak adeta bir tutku halindedir. Aşk ve kadın başta olmak üzere, hemen her konuda bir hayli mensur şiir de kaleme almış olan bu dönemin şair ve yazarları, aynı zamanda mensur şiir yazarı olarak da tanınmışlardır.

Nazımla nesrin yapıları şüphesiz çok farklıdır. O sebeple, her ikisine ait bazı özellikler kullanılarak üretilen, şiire benzetilmeye, şiir tadı verilmeye çalışılan mensur şiirle gerçek şiiri karıştırmamak gerekir. Usta bir nesir yazarı şiir güzelliğinde ve şiir tadında nesirler yazabilir. Bu mümkündür, örnekleri de çoktur. Fakat o, bunu yaparken dilin klasik cümle yapısına, sözdizimi kurallarına sadık kalır, ayrı bir şiir dili, yani 'ikinci bir dil' arayışı içinde olmaz. Zira onun amacı, gerçek anlamda bir şiir yazmak değil, duygu ve düşüncelerini ahenkli, akıcı ve etkileyici bir anlatımla dile getirmektir. Bu tür nesirlere 'mensur şiir' denilmesinin sebebi de, bunların gerçek şiirden farklı metinler olduğuna bir işarettir. Gerçekte şiirin etkilemediği, katkıda bulunmadığı edebî tür yok gibidir. Hegel'e göre 'Şiir, bütün öteki sanatların cevheridir, özüdür. Hemen her sanatta şiirle tamamlanan, netliğini şiirle bulan bir taraf mutlaka vardır.' Şair Novalis'e göre de 'Her sanat şiire dayanır. Şiir bile…'O itibarla, bir nesir yazarının şiire özenmesi, şiirin büyüleyici güzelliğinden etkilenmesi gayet tabiidir. Bu, nesir için bir avantajdır. Buna karşılık şiir, nesre yaklaştıkça çözülür, kendi gerçeğinden ve özünden uzaklaşır. O bakımdan, kimi nesir parçalarının şiir güzelliğinde, şiir tadında olabileceğini söylerken gerçek şiirin bunlardan farklı olduğunu belirtmek de gerekir. Jean Cocteau, 'Bir şiirde önemli olan ne söylenendir, ne de söyleyiştir, ne anlamdır, ne de mûsikî. Başka bir şeydir, anlatılmaz.' diyor. Şiiri, diğer edebiyat türlerinden farklı kılan, işte onun bu özelliğidir, yani 'anlatılmaz' oluştur. Şiirin nesre çevrilemez oluşunun sebebi de budur. Mallarme'ye göre,' şiir kelimelerin bir dizimidir.' Bu diziliş dilden dile değişir ve birinden diğerine aktarılamaz. Her şiir kendi dilinde güzeldir. Eğer nesre ya da başka bir dile çevrilecek olursa, şairin 'zengin sembollerle, ritimli sözlerle, uyumlu seslerle' inşa ettiği o 'anlatılmaz' ve esrarengiz yapı çöker ve tabii şiir de şiir olmaktan çıkar.