Ozan kelimesinin kökeni ve anlamına baktığımızda, Dîvanü Lugati't-Türk'te 'atını devamlı öne geçiren adam' anlamında 'ozıtgan' kelimesi ve 'çok ileri giden, başkalarını geçen' manasında 'ozgan at' tamlaması ile karşılaşırız. Dolayısıyla ozan, ileri iden, öne geçen anlamındadır. Ozanın Oğuz Türkleri arasında 'saz şairi' anlamında kullanıldığı Dede Korkut Kitabı'nda geçen, 'At ayağı külüg (seri, hızlı), ozan dili çevük olur' cümlesinden anlaşılmaktadır. Anadolu'da XV-XVI. Yüzyıldan sonra ozanların yerini irticalen saz çalarak şiir söyleyen aşıklar almıştır (TDV İslam Ansiklopedisi'nden özetle naklen). Ozan Arif de hayatı boyunca, önde giden, 'ileri giden' biri oldu. Hayatını bir davaya, Türk ülküsüne adayan, dik duruşlu, bükülmez bir ülkü eri olarak yaşadı ve öldü. Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

Giresun'un Alucra ilçesinin Hapu (Yükselen) Köyünde doğan (1949) Arif Şirin, babasının memuriyeti dolayısıyla ilk ve orta öğrenimini Samsun'da yaptı. Perşembe Öğretmen Okulundan 1970'de mezun oldu. Çocukluğundan itibaren Leyla ile Mecnun'u, Kerem ile Aslı'yı, Karacaoğlan'ı, Köroğlu'nu okudu, saz çalmaya başladı. Çocukken Bafra'da sokağımızdan destan satıcıları geçerdi. Rahmetli nenem ve arkadaşları 25 kuruşa satılan bu destanları bana aldırıp okuturdu. İşte Ozan Arif de böyle destanlar yazan bir gençti.

Öğretmenlik hayatına Samsun'un köylerinde başladı. Dokuz yıl görev yaptığı Devgeriş Köyünde evlendi. Ülkücü hareketin sembol ismi haline geldi. O dönemde yapılan konserlerde onun sazıyla şiiriyle coşardık. 12 Eylül döneminde Almanya'ya gitmek zorunda kaldı. Mücadelesini orada da devam ettirdi. 1991'de Türkiye'ye döndü. Merhum Alparslan Türkeş'in manevi evladı olan Ozan Arif, onun vefatı üzerine yazdığı ağıtta şunları söylüyordu:

"Dört Nisan Doksan Yedi, alelade gün değil,
Kara günsün, kara gün bu bir gerçek, kin değil,
O kadar karasın ki tarifin mümkün değil.
Başbuğ'un başımızdan çekildiği günsün sen,
Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!

Hastalığı döneminde tam bir mümin tevekkülüyle, 'Elbette ki Allah'ın dediği olur. Ancak Allah'ın verdiği aklın gereğini yerine getirmekle mükellefiz. Kanserden daha büyük dert olan, adaletsizliklere, kahpeliklere teslim olmadım ki kansere teslim olayım.' diyen Ozan Arif 13 Şubat 2019 tarihinde Hakk'a yürüdü.

Çok değerli Osman Oktay Bey'in, 16 Şubat 2019 habererk sitesinde naklettiği bir hatıra onun hiç şahsen tanımadığı ülküdaşlarına gösterdiği vefa ve dostluğu göstermesi bakımından hepimizin ibret alması gereken bir olaydır. Bu, MHP Antalya eski il başkanlarından Mustafa Akar ve Türk Ocakları Antalya Şubesi Başkanı Abdullah Uysal beylerin şahit oldukları yaşanmış bir olaydır. Serik'te yaşayan Çankırılı Hüseyin Hayta amansız bir hastalığa yakalanmış ve kızına, son istek olarak Ozan Arif ile görüşmek istediğini söylemiştir. Kızı Ozan Arif'e mektup yazar ve Ozan bunun için Almanya'dan Antalya'ya gelir. Mustafa Akar ve Abdullah Uysal ile buluşur, hastaneye giderler. Sahneyi şöyle anlatır Mustafa Akar:

'Kimse birbirini tanımıyor aslında. Hastane önünde kızcağız bekliyordu. Ozan'ı görünce ağlayarak sarıldı. Kafeteryaya oturduk. Babasını sorduk, 'Yukarıda, alıp geleceğim' dedi. Biraz sonra tekerlekli sandalye ile Ülküdaşımızı alıp geldi. O kavuşma anını keşke tüm ülkücü dava arkadaşlarımız görseydi! İki saate yakın özlem giderildi. Ülküdaşımızın son arzusu yerine gelmiş oldu, sonra vedalaşıp ayrıldık…'

'Ben Böyle Yaşamışım' şiirinde belirttiği gibi dik, düz, dosdoğru bir hayat yaşadığı, çizgisinde kırıklık olmadı. Topluma gür sesiyle ve yüreğinden kopan dizelerle mesaj verdi. Mehmet Emin Yurdakul'un dediği gibi haykırdı, çünkü şairin susmasını milletin matemi olarak bildi. Belki bazen çok 'ileri' gitti ama ozan zaten 'ileri giden' değil midir:

Düşündüm de ben şöyle,
Dolarak yaşamışım…
Dün nasılsam, hep öyle,
Kalarak yaşamışım…

….

Çocuktum üç hilale,
Koştum, erdim kemale,
'Turan' denen hayale,
Dalarak yaşamışım…

Türk milletinin bu yiğit evladı gök kubbede gür bir sada bırakarak beka alemine göçtü. Rahmet olsun.

Not: Hayat hikayesi ve anekdotlar için, Osman Oktay'ın habererk'teki yazısı ile Damla Karakuş'un ensonhaber sitesindeki yazılarından yararlanılmıştır.