Tedbir almakta şimdi bile geç kalmış olabiliriz. Ama 10 yıl sonra artık hiçbir önlemin çare etmeyeceği çok kesin. Bugünümüzü gerçeklere gözümüzü kapayarak, çalan tehlike çanlarına kulaklarımızı tıkayarak geçirebiliriz ama 10 yıl sonra ne gözümüzü kapatmamız fayda edecektir ne de kulaklarımızı tıkamamız.

Doğumuzdan ve güneyimizden, Asya'dan, Afrika'dan ve Ortadoğu'dan gelen göç dalgaları, bir taraftan demografik yapımızı değiştiriyor diğer taraftan sosyal, kültürel ve ekonomik dengelerimizi alabildiğine zorluyor. Bu ülke, bu millet ve devlet, eğitimsiz, işsiz, umutsuz ve dahası hayalsiz milyonların doğuracağı sorunlara şimdiden eğilmek ve çareler üretmek zorundadır. Aksi halde doğurganlık oranları itibariyle bizim kendi insanımızı ikiye katlayan ve ileride bizdeki düşüş onlardaki yüksek doğurganlık çerçevesinde üçe bile katlama ihtimali olan bu sığınmacıların sorunları, altından kalkılmayacak boyutlara ulaşacaktır.

Gazetelere daha sık yansır oldu bunların kendi gettolarından çevreye taşıp kadınlara kızlara sarkıntılık yapmaları ve bu sarkıntılıklar sonucu çıkan kavgalar, yaralamalar, yaralanmalar, öldürmeler ve ölmeler. Bunlar daha işin başlangıcı, burada doğan, büyüyen yüzbinlerce çocuk ve genç! Yarınların kendi gencine iş bulmakta zorlanan Türkiye'sinde bir de bunlara eklenecek işsiz, eğitimsiz, umutsuz ve hayalsiz milyonları düşünmek bile korkutucu.

Bir de demografik yapının değişmesi var. Millet olarak bir üst kimlikte bütünleşmek yerine uzun zamandan beri alt kimliklerde ayrışıyoruz, en azından ayrıştırılmak isteniyoruz. İsmi olmayan bir millet ya da milletsiz milliyet gibi akla ve dünyanın gidişatına ters bir olgu hayatımızı kuşatıyor. Bölgemizde yeni bir devlet hem batının hem de kuzeyin işbirliği ile kuruluyor. Şimdilik bizim topraklarımızın dışında ama bizim sınırlarımızda ve tüm hesaplar bizim üzerimizde. Yarın Kürt özerkliği yanında bir de Arap özerkliği talebiyle birileri kapımızı çalarsa şaşırmayalım. Suriyeli sığınmacıların kümelendiği illere şöyle bir göz atmak, bunu anlamak için yeter de artar bile.

Bir de şu 'ensar-muhacir' söylemi var. Ne gelenler muhacir ne de biz ensarız. İslam tarihinin 'İlahi tebliğ' gerçeğinden doğan iki önemli kavramını günümüzün sıradan iktidar çekişmesine etiket yapmak, o kavramların temsil ettiği kutsala da saygısızlıktır. İlk Müslümanların hicreti bir ilahi emir gereğiydi, bugünün kanlı kardeş kavgasından kaçmakla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Kendimizi ensar ilan etmekse ilahi tebliğe sahip çıkan, onun aydınlığı ile aydınlanan ve o aydınlığı alemlere yaymak için Hazreti Peygamberle birlikte müşriklere karşı cihat edenlerle kendimizi eş tutmak gibi bir hadsizlik olmaz mı?

Kutsal değerleri bir kenara bırakarak günümüzün gerçekleriyle yüzleşmek zorundayız. Ahmet Davutoğlu'nun derinliği kendinden menkul hayal politikasının ateşi, bizi her geçen gün biraz daha fazla yakıyor ve maalesef yakmaya da devam edecek. O fırına ya da o cehenneme bir zamanların yanlış politikalarıyla taşıdığımız odunların vebalini fazlasıyla ödedik. Daha fazlasını hak etmiyoruz. Bir an önce bu sorunu en akli ve en insani ama en milli bir politikayla çözmek zorundayız. Yarın çok geç olabilir.