ANNEMİZİN MAVİ GÖZLÜ PAŞASI
ŞEHİTLER ÖLMEZ ŞEHİTLER ÖLMEZ
UNUTMADIK UNUTTURMUYORUZ
UNUTTURMAYACAĞIZ!

(4 Bölüm)
İlkbaharla birlikte bahçelerde erikler bembeyaz çiçeklerini açmıştı .Kır çiçekleri ise dağ eteklerinde karların terk ettiği topraklarda yeşil otların arasında yeniden açmaya başlamıştı. İlkbahar çiçeklerin ,böceklerin, solucanların tüm canlıların özgürce hayat bulduğu güzel bir mevsimdi. Uzun ve yoğun bir kış mevsiminden sonra Kars ve çevresinde ilkbahar bir başka güzeldi. Bu güzellikleri yok sayıp kardeş kavgasını başlatan bütün hainlerde ilkbaharla birlikte inlerindeki kış uykusundan uyanmış , bütün bu güzellikleri lekelemek için pusuda bekliyordu. Alçakça tuzakları ;hainliklerini ,kinlerini ve iki yüzlülüklerini bilmeden onları işyerlerinde esnaf ,tarlasında çiftçi, mahallede komşu kılığında iken kucaklayan koruyan kahraman ordumuzun fedakar mensuplarına ve asil milletimizeydi. Birde o sözde savundukları masum Kürt halkınaydı. Çünkü Kürt halkı devletine ,milletine, bayrağına bağlı ve saygılıydı. Vatan toprağımızda gözü olan sözde müttefiklerimizin de dış desteğini alarak bu kirli savaşta kuklacının kuklası olmaktan öte gidemeyen içimizdeki hainler ilkbaharla birlikte kan döküp can almanın peşinde, bebek katili Abdullah Öcalan'ın emir ve talimatlarına göre hem şehirde hemde kırsalda sahadaydı. Defalarca gittikleri yolun yol olmadığı devletin güvenlik güçlerine teslim olmaları yönünde bütün çağrılar yapılmasına bu kapsamda dağlara bile bildiriler dahi atılmasına rağmen bildiklerini okuyup yol kesip asker ,polis ,kamu görevlisi şehit ederek Türkiye Cumhuriyeti Devletine diz çöktürebileceklerini düşünüyorlardı. Beyni kiralık gözü dönmüş PKK'lı teröristlerin tuzakları, pusuları can yakmaya devam ediyordu. Aslında Ankara'nın da çok hazırlıklı olmadığı Ankara'nın da tam göremediği bir iç savaş çılgınlığı denemesi doğu ve güneydoğuda çoktan başlamıştı bile. Gündüz işinde gücünde tarlasında çiftçi olanlar gece başka bir kılığa bürünüp masum insanların kanına giriyordu. İçimizdeki hainler tarafından terör örgütüne gönüllü verilen destekler yüzünden masum sivillerin kanı akıyordu. Köy öğretmenleri lojmanlarından dışarı çıkarılıp kurşuna acımasızca diziliyordu. Ama kimse bir şey görmedik ,duymadık yalanı ile rolünü oynayıp eli kanlı katilleri maalesef koruyordu.1992 yılında doğu ve güneydoğuda büyük fotoğraf buydu ama Ankara'dan yeteri kadar görünmüyordu. Halbuki o fotoğrafa dikkatli bakan herkes açık ve net bir şekilde her şeyi görebilirdi. Tehlike geliyorum demekle kalmamış, geldim içinizdeyim diyordu. Bunlar üç beş çapulcu demekle geçiştirilebilecek şeyler değildi. İlhan astsubay , birlikte görev yaptıkları astsubay arkadaşlarının da ısrarı ile kendine ait 55DT115 plakalı otomobili ile Doğubayazıt'a astsubay arkadaşlarına helallik ziyareti için Kars'dan sabahın erken saatlerinde 18 Nisan 1992 Cumartesi günü yola çıktılar ve Doğubayazıt'a giriş yaptılar. Özel araçlarını Orduevinin önüne bırakıp kendilerini Doğubayazıt Orduevinde bekleyen astsubay arkadaşları ile buluştular. Orduevinde bir masanın etrafında toplanıp, çay içip sohbet ettiler. Ortak konu Şark görevi ve tayinlerdi. Tayinci olanlar şark görevini tamamlamanın rahatlığı içerisindeydi. Şark görevi devam edenler ise kendilerinin de aynı duygularla devreleriyle helalleşecekleri günü hayal ediyordu .Doğunun da kendine göre güzellikleri vardı ama insan yine de kendi yaşadığı yerleri özlüyordu. Silah arkadaşlığı çok farklı ve güzel bir duyguydu. Silah arkadaşlığının samimiyeti içtenliği ve sıcaklığı gurbette çok önemli oluyordu. O yüzden silah arkadaşı devreler buluşmuş ,dertleşmiş ,yaşanmışları yad etmiş hayallerini ,umutlarını geleceğe dair planlarını paylaşmış helalleşmişlerdi .Orduevinde sadece çay içmediler, öğle yemeklerini de birlikte orduevinde yediler. Belki bir daha hiç Doğubayazıt Orduevine İlhan astsubayın ve arkadaşlarının yolu düşmeyecekti. O yıllarda Doğunun ve Güneydoğunun bazı şehirlerinde özellikle sınıra yakın bölgelerde radyo teyp gibi elektronik alet, hediyelik süs eşyası ve oyuncak satışı yapan kaçakçı diye tabir edilen dükkanlar, çarşılar vardı. Yurtdışından kaçak yollarla getirilen bu eşyalar ve oyuncaklar buralarda çok uygun fiyatlarla satılırdı. Doğubayazıt' da bu tür satış yapan dükkanlar vardı. İlhan astsubay ve arkadaşları dönüş öncesi o dükkanlara da uğrayıp hediyelik birkaç parça bir şeyler satın aldılar. İlhan astsubay küçük kızına birde oyuncak almıştı. Empati yapabilir miyiz? Kim bilir o oyuncaklar kızını ne kadar çok sevindirecekti, kızı için oyuncağı alırken hep bunu düşündü. Bir babanın bunları düşünmesi çok doğaldı. Kızı için aldığı o oyuncakları hiçbir şekilde kızına götürüp veremeyeceğini belki de aklından hiç geçirmedi. Şunun şurasında kısa bir yolculuktan sonra evinde kızının yanında olacaktı. PKK'lı hainlerin güpe gündüz Devlet karayoluna bir tuzak kurabileceğini sivil kıyafetli insanları hunharca hedef seçebileceğini belki de hiç düşünmediler. Çünkü sabah kullandıkları bu yolda hiçbir tehdit ve tehlike dikkatlerini çekmemiş her şey yolunda gitmişti. Sonuçta bu yol devletin güvenlik güçleri tarafından sürekli kontrol edilen bir yol diye düşünmüş olabilirlerdi. Zaten öyle de düşünerek hareket etmişlerdi. Gündüz yapılacak yolculukta bir tehlike olmadığını değerlendirmişlerdi. Kars Doğubayazıt arasındaki devlet karayolu gece yolculukları için tehlikeli bir yoldu. Terör örgütü mensupları geceleri bu yolları kesip kimlik kontrolü bile yapıyor ,kamu görevlisi olanları ise ya dağa kaçırıyor ya da anında katlediyordu .Doğu ve Güneydoğuda bu tür olaylar sık sık yaşanmaya başlandığı için ister istemez insan kendince bazı tedbir alıyordu. İlhan astsubay ve arkadaşları da Doğubayazıt'ta görev yapan astsubay arkadaşlarının da uyarılarını dikkate alarak yollarda gece karanlığına kalmamak için vakitlice Doğubayazıt'tan arkadaşlarıyla vedalaşarak kendi otomobilleri ile ayrıldılar. Araç içerisinde İlhan Astsubayla birlikte toplam dört sivil kıyafetli silahsız astsubay vardı. Sabah gelirken yolda hiçbir olumsuzluk gözlerine çarpmamıştı .Belki de o yüzden aynı rahatlıkla ama yine de çok dikkati bir şekilde dönüş yolundaydılar. Su uyur düşman uyumaz sözü akılarındaydı. Hem sohbet ediyor, hem de uçsuz bucaksız dağları aşarak Iğdır ovasına doğru akıp yol alıyorlardı. Devlet karayolunda hiçbir gariplik göze çarpmıyordu. Güpe gündüz yolculuk yapıyorlardı zaten trafiği yoğun olan bir yol değildi. Ama yine de kendi araçlarıyla seyir halinde olan sadece onlar değildi. Onların diğerlerinden tek farkı kullandıkları otomobilin Samsun plakalı olmasıydı. O yıllarda daha batıda doğu ve güneydoğu illerine ait plakalı araçlarla rahatlıkla yolculuk gece ve gündüz yapılabiliyordu. Kimsenin aracı sırf bu nedenle durdurulup ,o bölgedeki terörist insanlar tarafından yolunuz kesilmiyordu. Buralar çok farklıydı ,sanki vatan toprağından koparılmış ama vatan toprağı içerisinde kurtarılmış yerlerdi. Her türlü alçaklığa rağmen bunu asla başaramadılar sadece bu çirkin görüntüyü bazı yerlerde zaman zaman birkaç saatle sınırlı olsa da vermeye çalıştılar. Ne yazık ki güpe gündüz bile eli silahlı sivil insanlar tarafından aracınız durdurulup sorguya alınabiliyordunuz . Aslında bu gözü dönmüş teröristlere insan demek bile doğru değil. O yol kesen masum insanları kaçıran, katleden hainler için insanlıktan çıkmış terörist yaratıklar demek çok daha doğru bir tanımlama olur. Kendi vatan toprağınızda sırf kamu görevlisi olduğunuz için ya dağa kaçırılıyor ,ya da anında katledilerek yaşamdan kaparılıyordu. O yolun yabancısı oldukları ,o bölgenin insanı olmadıkları belli olanlar maalesef böyle bir tehditin altında o yolları kullanabiliyordu. Bu durum o yıllarda Ankara'dan çok daha farklı görünüyor çok daha farklı anlatılıyordu. Yolların güvenli olduğunu söyleyen ülkeyi yönetenler vardı. Ne yazık ki ,o bölgelerde yaşananlar ise çok daha farklı çok daha korkunçtu ve kabul edilemez bir hal almıştı. Nasıl oluyordu bir ülkenin kendi vatandaşları kendi sınırları içerisindeki devlet karayolunda seyir halinde iken araçları silahlı teröristler tarafından durdurulup, kimlik kontrolünden geçirilip araçları yakılıyor sonrada ya öldürülüp ya da dağa kaçırılabiliyorlar. Tüm bu yol kesme eylemleri zaman zaman saatlerce kuyruklar oluşturulabilecek şekilde bile olduğu oluyordu. Ne yazık ki güvenlik kuvvetleri bazen olay yerine güvenlik nedeniyle anında intikal edemiyor, oradaki sivil insanlar çok çaresiz kalıyor canını kurtarabilenlerde bir sürü baskı altında tutuluyorlardı. Yasa dışı terör örgütünün propagandasını yapan teröristler masum insanları kadın ,erkek, çocuk demeden adeta korku tünelinden geçiriyordu. O korku tünelinden geçirilen masum insanlara cinsiyet ve yaş ayrımı yapılmaksızın bölücü hainler tarafından propaganda adı altında aşağılamanın her türlüsü yapılıyordu. Bu aşağılamayı alçakça ve insanlık dışı bir işkence tarzı olarak sürdürüyorlardı.


O yılların acı gerçekleri devletin arşivlerinde, yaşayanların ise hala hafızalarında ilk günkü kadar canlıdır. Biz unutmadık arşivlerde unutturmaz .Kimsede yaşanmışlıkları yaşayanların hafızalarından hiçbir şekilde silemez.1990'lı yıllarda bölücü hainler masum insanlara o kadar insanlık dışı olay yaşattı ki adeta hitlerin katliamları ile yarıştılar. Gerçekler çok acı bir şekilde yaşayanlara gerçek yüzünü acımasızca gösteriyordu. Zaten o günde öyle oldu. O yıllarda Kars iline bağlı bir ilçe olan Iğdır'ın Pamuk geçidi Mevkiinde yol kesen terörist grup içinde toplam dört sivil astsubayın bulunduğu özel bir aracın o yolu kullanıp kullanmayacağının istihbaratını da yapmış olmalı ki güpe gündüz yol kesme eylemi başlatmıştı .Doğubayazıt' dan arkadaş ziyaretinden dönen dört sivil Astsubayın içinde bulunduğu Astsubay İlhan Hamlı'nın idaresindeki Lada marka sivil araç teröristlerin yol kesme eylemi üzerine süratini artırıp bölgeden uzaklaşmak istemişse de bu esnada teröristler açtığı çapraz ateş ve yola dizilen taş barikatlar nedeniyle araç kontrolünün kaybedilmesine müteakip yol dışına çıkarak kayaya bindirerek kendiliğinden durmuştur. Araç bu esnada çok sayıda vahşi terörist tarafından yoğun bir ateş altına alınmış ve el bombası atılmış. Tamamı yaralı dört Astsubay teröristlerce en galiz ifadeler kullanılarak araçtan çıkarılmış yaklaşık 40-50 metre sürüklenerek Türk Silahlı Kuvvetleri Mensubu olmalarının anlaşılmaları üzerine her türlü vahşilik ve ilkellik yapılarak yakın mesafeden açılan ateş sonucu hunharca güpe gündüz devlete ve millete meydan okuyarak şehit edilmişlerdir. Bütün bu insanlık dışı ilkellikler yaşanırken eli kanlı katillerin arkasında duranlar ve insan hakkı savunucusu kesilenler kulaklarını tıkamış ,gözlerini kapamış hiçbir şey yaşanmamış gibi yollarına devam etmişlerdir. İnsan hakları savunucularının en şiddetli tepkiyi vermesi gerekirken bu olayı görmezden gelmesi bu olayı yapanları ve yaptıranları daha da şımartacak bir yolu açmıştır. Ne acıdır ki gün ışığında hiçbir delil karartmadan ,hiç kimseden korkmadan ,devletin gücünden çekinmeden dört masum insanın hayatlarıyla birlikte gelecek hayalleri de tümden katledilmiştir. İçimizdeki ve dışımızdaki iki yüzlü sözde insan hakları savunucularının görmezden geldiği bu olay o yıllarda yaşanmış en büyük insan hakkı ihlalidir .Bu olayı araştıranlar insan hakları ihlalini iliklerine kadar hissedecektir.1992 yılında şimdiki gibi ne sosyal medya, ne cep telefonu , nede internet ağımız vardı. Birde habere ulaşmanın güvenlik boyutu vardı. Kim ne kadarını duyarsa, kim ne kadarının duyurulmasına müsaade ederse olaylar kamuoyu ile sınırlı iletişim olanakları içerisinde paylaşılıyor çok fazla detay bilinmiyordu. Çoğu kez yaşanan yaşandığı yerde unutulup gidiyordu .Ama giden can geride kalanların canını hep yakmaya onlara sürekli acı vermeye devam ediyordu .Dört sivil güzel asker Pamuk Geçidi Mevkiinde hakka yürürken teröristlerin suratlarına yaralı olmalarına rağmen tükürmüşlerdi. Çünkü biliyorlardı ki ,onlar içimizdeki hainlerdi, içimizdeki kan emici yarasalardı. Öyle olmasaydı hiç tanımadıkları aralarında hiçbir husumet bulunmayan ,bir kez bile birbirlerine yan bakmışlığı olmayan masum silahsız insanları katletmek için yarışmazlardı. Yaptıkları tek şey öldürmek ,yakmak, yıkmak ,yok etmek olan teröristlerden kime ne fayda beklenir ki? Bunu yaşayarak yıllardır birlikte görüyoruz ama görmek istemeyenler yine hep mağdur edebiyatı ile aynı hikayeyi yıllardır anlatıyor. Bölgeden sorumlu güvenlik kuvvetleri hain pusunun haberini alır almaz bölgeye geldiğinde ortalık yerde tek bir terörist bile yoktu .Dört ana kuzusu, dört vatan evladı ,dört güzel sivil asker vatan toprağı olan Iğdır ilçesi Gevro köyü yakınlarında Pamuk Geçidi mevkiinde Ağrı dağı eteklerinde gözleri açık kanlar içerisinde yatıyordu. İlhan Hamlı Astsubayımız 29 yaşında ,Naci Yıldırım Astsubayımız 24 yaşında ,Mustafa Çimen Astsubayımız 26 yaşında, Erkan Iğdır Astsubayımız 28 yaşındaydı. Hepsi de Pamuk Geçidinde toprağa düştüklerinde gencecik birer fidandı.

 

Bahar yağmurlarının henüz tümden ıslatamadığı vatan toprağı adeta o kahraman şühedaların temiz kanıyla yıkanmıştı. O gencecik şühedalar beden sıcaklıklarını henüz kaybetmemişlerdi. Güvenlik kuvvetlerinin hiçbir sorusuna doğru yanıt verilmiyor ,kaçamak yanıtlarla görmedik duymadık bilmiyoruz tiyatrosu yine sahne almıştı. Madem ki çok cesurdular ,madem ki bu topraklar onların olacaktı kim olduklarını dahi bilmeyen alçak teröristler arkalarına bakmadan bölgeden en hızlı şekilde uzaklaşıp ,akıttıkları kanın aptalca sevinci ile sözde karargahlarına haber ulaştırmanın ve kayıpsız dönmenin peşindeydiler. Başarmışlardı her zaman ki gibi hiçbir şeyden habersiz yolunda giden bir aracı takla attırarak durdurup içindekileri acımasızca katletmeyi? Bu katliamı gerçekleştirmek suretiyle sanki büyük bir savaşı kazanmış o savaşın suçlularını yok etmişlerdi. Sonunda kendilerine söz verilen valilik ,kaymakamlık ,hakimlik gibi makamlara getirileceklerdi biraz daha gayret biraz daha kan dökmeleri isteniyordu az kalmıştı. Aptal sürüleri ne yazık ki buna inanmıştı. Halbuki onları ölüme gönderen baronları en iyi yerlerde en iyi şekilde yaşıyordu. Bunun farkında olmamak kuklacının kuklası olmak değil midir? Aklı olan, beyni kiralık olmayan kuklacının kuklası olur muydu? Ne yazık ki olayı gerçekleştiren terörist grup hiçbir zaiyat vermeden buhar olup kaybolmuşlardı. Olay yeri güvenlik kuvvetleriyle doluydu. O yıllarda Ankara'nın izni olmadan operasyonlarda uçaklar anında kaldırılamıyor ,Ankara'dan olur almadan bir helikopter bile havalanmıyordu. Çünkü Ankara hala teröristleri üç beş çapulcu diyerek geçiştiriyordu. Bu tespit doğru bir tespit değildi Doğu ve güneydoğuda ciddi kalkışmalar yaşanıyordu. PKK gerçeğini halktan saklayarak çözüm üretmek mümkün değildi. PKK haindi ,PKK kalleşti, PKK alçaktı ,PKK bölücü terör örgütüydü. Herşey beklenmeliydi ,en küçük bir zafiyet canımızı acıtıyor, canımızı yakıyordu. Doğu ve güneydoğuda korku ve endişe ilkimi kendini göstermeye başlamış. Huzurun ve güvenliğin hakim olduğu yerlerde ise huzuru bozmak için her türlü fırsat değerlendiriliyordu. Silahsız ve sivil kıyafetli dört genç Astsubayın Pamuk Geçidi Mevkiinde güpe gündüz seyir halindeki sivil plakalı araçlarının önü kesilerek katledilmelerinin nedenlerinden en önemlisi ülkedeki huzuru ve güvenliği bozmaktan başka bir amaca hizmet etmiyordu. Büyük fotoğraftaki teröristlerin mesajı çok acı ve netti. Biz o kadar güçlüyüz ki güpe gündüz yol kesip TSK mensuplarını bile hayattan koparabiliyoruz, şehit ediyoruz. Öylesine haince ,öylesine alçakça bir mesaj vererek herkesi sindirip korkutabiliriz demenin peşindeydiler. Zavallı yaratıklar kendilerini devletten güçlü göstermenin propagandasını yapıyorlardı. Ama karşılarındaki Türk Devleti ve Türk Ordusuydu ,TSK'nın kendilerine vereceği büyük dersin bile farkında olmadılar. Çünkü çoğu kez uyuşturucu ile ayakta duruyorlardı. Güçlü uyuşturucu verilerek cesaretlendiriliyorlardı .Aslında bunu cesaretlendirmede denilemezdi aptallaştırılıyorlardı. Kendi düşünceleri, kendi iradeleri yoktu, beyinleri terörist başı Abdullah Öcalan tarafından zapt edilmişti. O uyuşturulmuş PKK'lı teröristler o yıllarda teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın sözünden çıkmıyordu. Rüyalarını bile o baş katilin izni ile görebiliyorlardı. O aptalca rüyalarında hiçbir eğitimleri olamadan dağda çoban iken PKK'ya katılıp vali, kaymakam, hakim savcı bile olabiliyorlardı. Halbuki böyle bir dünya hiçbir yerde yoktu. Bu yüzden PKK'lı hainler için ıssız dağ başlarında sorgulamadan ölüme gitmek ,leş olup kurda kuşa yem olmak işte bu kadar kolay ve aptalcaydı. Terörist başı tarafından gönderilen en küçük bir katliam talimatı bile bölücü sürüngenler tarafından derhal yerine getiriliyordu. Bu talimatlara devlet yanlısı masum Kürtlerin tavukları ve bebekleri dahildi. Bunlar akıl alır şeyler değildi. Çıkmaz bir yolda nereye kadar yürüyebilirlerdi ki, eninde sonunda yok olup gitmek olan bu yolda son pişmanlıkta fayda etmeyecekti ,etmiyordu?
(Devamı Yarın)