Tamam; hem olay daha çok taze, bilgiler yetersiz; hem de öte yandan “milli birlik ve dayanışmaya her zamankinden fazla ihtiyacımız var, eleştirmeyelim. Muhalefetin eleştirilerini de onların partizanlığına(!) hatta ve hatta çapsızlığına(!) verelim, umursamayalım. İyi de şu üç beş çete artığının cirit attığı bir topraktan “kutsal emanetleri” alıp gelmesindeki -Türk ordusu gibi büyük bir ordu için- sıradan bir operasyonu “bir büyük zafer” gibi kutsama yarışına ne diyelim?

Karargahtan servis edilen sivillerin askeri operasyon yönetme fotoğrafları ya da PYD kontrolündeki boş bir araziye Amerikan filmlerinden kopya bir enstantane ile bayrak dikme görüntüleri… Olmayan ve dolayısıyla kazanılmayan bir harbin dikilen zafer bayrağı, atılan zafer naraları ve kutlama mesajları…

Yok, hayır; bunlar ne bu devletin vakarı ne de Türk ordusunun geçmiş zaferleri ile bağdaşıyor. Muhalefetin zehir zemberek eleştirilerini bir kenara bırakalım ama bu operasyonu bu ordu ve bu millet için büyük zafer olarak ilan etmek, tarihimizdeki gerçek zaferlere saygısızlıktır.

Bir Arif Nihat Asya vardı bu topraklarda yaşamış ve silinmez izler bırakmış. Hani şu “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/ Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü/ Işık ışık, dalga dalga bayrağım/ Senin destanını okudum senin destanını yazacağım” diye başlayan ve “Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:/Yeryüzünde yer beğen!/Nereye dikilmek istersen,/Söyle, seni oraya dikeyim!” diye biten Bayrak şirinin büyük şairi. Bayrak şiiri artık ders kitaplarında yok; emperyalist mesajlar taşıyormuş! Bu şiir hem de Yeni Osmanlılar döneminde okul kitaplarından çıkarılırken niyeyse kimsenin aklına “Osmanlı’nın “nizam-ı alem” ülküsü ve de “Kızılelma” ideali bundan başka bir şey miydi?” diye sormak gelmedi.

O şiir okul kitaplarından çıkarılsa da bir neslin hafızasına kazınmıştır, çıkmaz, unutulmaz. Başka şiirleri de vardır büyük şairin. Bunlardan biri, Ağıt şiiri tam da bu günler içindir; onunla noktalayacağım bu yazıyı:

“Ağlayın, parmakları nur/ Sularından kınalı kızlarım/ Ağlasın Meraga göklerinden/ Meraga ya bakıp yıldızlarım

Yollara Kürşadlar uzanmış ölü/ Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü/ Yiğitlerim uyur gurbet ellerde, Kimi Semerkant ta bekler beni Kimi Caber de

Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok/ Ben nasıl varım?/ Ağla ey Tanrı dağlarından indirilmiş Tanrım

Şu yakın suların/ Kolu neden bükülmez/ Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin/ Benden doğar, bana dökülmez?

Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum/ İdil le, Tuna yla, Nil le konuşurdum/ Sangaryos u Sakarya yapan/ İkonyom u Konya yapan dille konuşurdum.”