Bir Ned… Ablamız vardı, asıl mesleği avukatlık, yanı sıra matematik öğretmenliği de yapıyordu. Çok içli dışlı olmadık hiçbir zaman; ama onun gülümseyen yüzü ve iyi gözlem yeteneği bende çok şeyi değiştirdi diyebilirim. Hayatımın bazı kör noktalarını görmemi sağladı. Sohbeti çekilir, lafı dinlenir biriydi. Çayını sigarasını eline aldı mıydı başlardı anlatmaya. İncecik narin dudaklarının arasından en acımasız gerçekler birer kar tanesi gibi savrulur, zihinlerimizin içinde sönerdi. O anlattıkça içimiz acıyacağına ruhumuz serinler, gülümserdik. Hele insanlarla ilgili genel gözlemleri yok mu? Yanlış meslek seçtiğini düşünürdüm. Geçenlerde onu yad ettim yine, büyük bir ihtimalle bundan haberi bile olmayacak. Çünkü artık çok uzaklarda. Neden yad ettiğime gelince… Ned… Ablamız yapılacak işi uzun uzun tarif eden insanlara gıcık olurdu. Bundan iki gün önce bir arkadaşla balık yiyeceğiz. Balığı ben mi alsam o mu alsa; hamsi mi alsak çinakop mu alsak konuşuyoruz. Sevgili arkadaşım balığı alma işini uzun uzadıya tarif etmeye, nasıl buluşacağımızı anlatmaya başlayınca; birden gözüm saatime ilişti. Konuşma süremiz tam yirmi beş dakikayı bulmuş. Bu aralarda koşturarak yaşıyorum, harcadığım zaman uzun gelince birden sinirleniverdim. “Sen bana tarif edene kadar, ben balığı alıp gelmiş ve pişirmiştim bile.” diye birden konuşmanın orta yerinde feryat figan ettim. Tabi arkadaş bozuldu biraz bu duruma haklı olarak. Sonra da onun bozulmasına ben bozuldum. Bozulmaya ne hakkı var ki, diye düşündüğümden olsa gerek. Ve aklıma Ned abla geldi birden bire. Böyle insanlarla karşılaştığında kullandığı ince alayda ne kadar haklıymış meğer, diye düşünmeden edemedim.
Üzerinden yıllar geçtiği için unuttuğumu sandığım, Ned ablanın kayınvalidesiyle ilgili bana en son naklettiği bir olay zihnimde yeniden parlayıverdi. “Filizciğim, bunlar senin benim on dakikada yapacağımız bir şeyi nasıl yaptıklarını saatlerce anlatırken kendilerini kahramanmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Bir börek yapıyor kadın, hazır yufkadan beş dakikada yapabileceğin bir böreği, günde bayramda saatlerce anlatıyor. Ayol, ben çalışıyorum, çocuklarımı okuldan derleyip topluyorum, eve geliyorum, yemek yapıyorum. Bir de çamaşır, bulaşık ütü… O da elinde bir tas çorba, kapıma dayanıyor. Efendim, çorba yapmış. O çorba baş tacı edilerek sofraya koyuluyor. Hep birlikte yemek yiyoruz, başlıyor anlatmaya. Zannedersin safranlı pilav… Altı üstü şehriye çorbası… Anlatır da anlatır… Çorbalar biter, biz ana yemeklerden tatlıya geçeriz, o hala anlatır. Ha bir de bunların bir balkon yıkama hikayesi var. Bir gün ben evimi taşıyorum, bana yardıma geldiler kızıyla birlikte. Ev inşaat pisliği, biz giriştik iki temizlikçi kadınla, harıl harıl temizliyoruz. .Salona geçtiler, bir saat oturup plan yaptılar, içimden sevindim, bu kadar uzun süren bir plan yaptılarsa mutlaka bütün temizliğe yardım edecekler diye. Bunlar da balkona çıktılar, zaten bizim kireç ve çimento artıklarını temizlemiş olduğumuza… Bir koşuşturma, hortumlar takılıyor, panik içinde süpürgeler koşuşturuluyor. Benim bilmediğim bir yöntem biliyorlar, şimdi bu kargaşadan kurtulduk, ne kadar da haksızlık etmişim diye tam pişmanlığa dayamışken yüreğimi… Efendim, sonra bir kurum bir kurum kayınvalidem ve görümcem içeri girdi. ‘Balkonunu güzelce yıkadık, artık mis gibi oturursun, çay içersin.’ Sonra da çekip gittiler, ben de öylece kalakaldım. O bir saatlik plan program sadece balkona su tutmayla ilgiliymiş. Ah Filizciğim, ağır çekim bunlar. Yavaşlığın filmini yapsalar ‘Altın Portakal’ alırlar kesin.”