Beyaz köpüklü şampanyaların , Dom Perignon şaraplarının su gibi aktığı

Kadehlerin bilinmeyen şereflere kalktığı gece yarısı idi.

Tam da bu anda Büyükada atlar yanıyordu. Yeni yılın girdiği saatlerin 12.OO gösterirken atları bu kez vurmadılar.

Bu kez cayır cayır yandı Büyükada atları.

Büyükada atları diğer bütün hayvanlar gibi çok şansızdırlar.

Kırbaçlar altında tükenir Büyükada atlarının hayatı.

İçlerinde hamile atlar vardı. Yavrular vardı. Yaklaşık 12 at yandı.

Bir o kadar da yaralı ve kan revan içinde at...

İnsanın kendinden daha zayıf ve güçsüz bir canlıya sırf gücünden faydalanarak eziyet etmesi, işkence etmesi, hunharca davranması, insanlıkla bağdaştırılamaz.

İnsan olmayan canlılarında yaşam hakları onlara Tanrı tarafından bağışlanmıştır. Bu bizim hem dinsel, kültürel, toplumsal kısaca ulusal değerlerimizdir.

Gel gör ki yine ihmal , yine duyarsızlık. Ve hatta merhametsizlik.

Kırbaç , dayak , şiddet ve hatta sonunda kesip sucuk yapmak da kültürümüzden ve geleneğimizden mi ola ?

Yıllarca üzerinden ekmek parası kazanılan hayvanlara sonunda vefa borcu ödenmesi gerekirken , gördüğü muamele ve feci sonları inanılmaz ve dayanılmaz.

Bu Sabah kahvaltımı yapmış olmama rağmen kendimi ekşimiş hamur gibi hissediyorum yine.

Bilirsiniz ekşimiş hamur kabarmaya doyamaz.

Kabarıp kabarıp da dağ gibi olmak, sel gibi taşmak istiyorum.

İçimde inanılmaz volkanlar ve lavlar var. İsyanlarım var çaresizliğe.

Nafile...Kim duyar beni acaba ? Sadece hayvan severlerin içi yanar bu yazıyı okurken.

Diğerleri mi ?..Okumazlar bile.

Büyükada atları oldum olası sömürülüyor. Yazın sıcağında dik yokuş çıkan bu atların hali yüreğimizi dağlıyor. Hayatları dram.

Yük hayvanların durumunu ise yazamıyorum bile.

Atlar tam 18 saat çalıştırılıyor. Çoğunluğu yara bere içinde zaten.

Adada yaklaşık 230 fayton var. Total 1500 atın var olduğu biliniyor adada.

Sabahın erinde mesaiye başlayan atlar gece yarılarına kadar koşturuluyor.

Kan , ter içinde nöbet değişiminde gelen atlar da yara bere içinde ve yorgun.

Hatta turistlerin gözlerinden yaralarını sakınmak için bir de boyalı merhemlerle kamuflaj yapıyorlar atlara .

Yorgun düşen atlar kan, ter içinde kaldıklarında dayak yerler ya da yere düşerler.

Yıllarca hizmetine koştukları boğazlarından geçen iki lokma samanı kazandırdıkları sahipleri tarafından kırbaçlanır ve hatta tekmelenirler.

Islak vücutları kırbacın şakırtısıyla inler. Sesleri bile çıkmaz olur.

O güzelim boyunlarına sarılan onları okşayan bir el hiç olmamıştır hayatlarında.

Havucu tanımaz , şekeri bilmezler...

Avrupa ülkelerinde bu ilkellik kalktı çoktan.

Bazı ülkelerde çok bakımlı katanalar hala kullanılıyor olsa da bunlar kadrolu ve kayıtlı

atlar . Hepsinin bakımı ve sağlık kontrolü rutin yapılmakta.

İstanbul da akülü ve şarjlı arabalar olmasına karşın Kullanan yok.

İlle de at olacak ki eziyet edilsin. Burgazada ve Heybeliada da faytonlar var.

Ancak faytoncularla başa çıkmak çok zor. Hatta kibarca hayvan sever kuruluşlara

klark çekiyorlar.

Gençliğimde "Atları da Vururlar " romanını okumuştum.

Artık atları vurmaya gerek yok.

Kırbaçla , alevle ölüyor atlar...

TEK BİR SÖZ İLE BEDENİN DAHİ İNCİNİYORSA;

BİR DE KIRBACI DÜŞÜNÜN !...