Elbette biliyorum yazılarım, küçük bir okuyucu kitlesine hitap ediyor.

Çünkü ben maç kritiği yapmıyorum. Çünkü Doların Euro ile yaptığı valsi yazmıyorum.

Modadan hiç anlamam, dedikodu yapmam. Yemek yapmayı sevmem tarifini bilmem.

Evlendirme, çöpçatanlık, aksiyon hiç anlamam.

Deve güreşi, at yarışı, horoz dövüşü hiç haz etmem.

Ben ne yazarım. Elbette doğa yazarım, bitki yazarım. Hayvanları yazarım.

Dolayısı ile benim yazılarım dar alanda kısa paylaşımlardır.

Bir papağanın bacağı kırıldı. Minicik bir kuşun ayağı koca bir insan müsveddesi tarafından bilerek isteyerek kırıldı. Boğazı sıkıldı gözünde ve beyninde ödemler oluştu. Ameliyat edildi. Umarım yaşadıklarını unutturacak bir sahip bulur kendine.

Reyting canavarlığı uğruna insanlar en akıl almaz şeyleri yapıyorlar ve hatta yapmaları için yönlendiriliyorlar.

Sözüm ona duayen bir televizyoncunun bizlere kazandırdığı bir insan tipi o.

Yüzünden ve gözlerinden o kadar da belli ki ne olduğu.

Bakırköy akıl ve ruh sağlığı merkezine yatırmışlar tedavi olacakmış.

Neyin tedavisi olacak. Suçun tedavisi mi var?

Adam TCK'ye göre hapis edilmeli hatta tecrit edilmeli.

Çünkü bu kez gücünü bir çocukta veya bir erişkin üzerinde deneyecektir.

Aslında kırılan yalnızca kuşun bacağı değil.

Bizim de bacaklarımız, beynimiz, ruhumuz, kalbimiz kırıldı bu küçük papağancıkla birlikte.

Bu kaçıncı kırılışımız, bu kaçıncı dökülüşümüz?

Hayvanların bize sunduğu saf ve katıksız sevgiyi anlamak istemeyen insanlardan nefret ediyorum.

İnsanoğlunun merhametsiz, acımasız ve ne kadar vicdansız olduğunu gördüğüm mesafe kadar biraz daha hayvanlara yaklaşıyorum. Gün be gün…

Evrendeki ilk mikroorganizmanın hayat bulduğu tarihten itibaren insan kadar, kendi türüne ve diğer bütün türlere, hayat bulduğu nefes aldığı çevreye zarar veren bir başka canlı türü daha yok yeryüzünde.

En vahşi, en kötü yaratık insan. İnsanın bu kadar kötü, bencil ve acımasızlığına kafa yormaktan yoruldum. Çözemedim bu anlayışı.

Yıllardır düşünmekten, yazmaktan hem ben hem de kalemim yoruldu.

Kalemim bilmem kaç kez kırıldı bu yolda.

Kıskançlık, öfke, kin, nefret, haset duygularını biriktiren ve hatta koleksiyon yapan bir yaratık insanoğlu.

Galiba en kötüsü de geleceğe dair bu kadar çok umutsuz olmak.

Papağanın bacağı kırıldığında bizim kolumuz kırılıyor.

Minik bir kedinin gözleri oyulduğunda biz kör oluyoruz.

Sokak köpeğini bir kurşunla vurduklarında biz de vuruluyoruz.

Bir filin dişleri söküldüğünde bizim yüreğimiz parçalanıyor.

Onların açlığı, kırılganlığı, yalnızlığı bizi daha çok kırılgan yapıyor.

Bir papağanın bacağı kırıldığında bizim gövdemiz kırılıyor.

Bu yazıyı gazeteye yetiştirmek istediğim şu dakikalarda papağanın öldüğünü duydum

" Demir ladyler olur da demir yürekli çoban olmaz mı?

Ağrı'nın Diyadin ilçesinin Günbuldu köyünde bir garip çobandı o...

Henüz 17 yaşında bir küçük çocuk.

Adı Ramazan Taşdemir.

Elektrik teline kanadı takılan kuşu, kurtarmak için direğe çıktı.

Akıma kaptırdığı ellerinden oldu. İki eli bilek hizasından kesildi.

Her sabah yaptığı gibi yine hayvanlarını otlattığı sıradan bir gündü Ramazan için.

Bir kuşun elektrik tellerine takılıp çırpındığını gören çoban Ramazan direğe çıkıp,

kuşu kurtarıp özgürlüğe kanat açtırdı. Kuş havalanıp uçup gitti.

Çoban Ramazan direkten inerken belindeki su matarası yüksek gerilim hattına değince akıma kapıldı. Tellere tutunan Ramazan'ın elleri yandı.

Doktorlar iki elini birden bilekten kesmek zorunda kaldılar Ramazan'ın..

"Kuşu çaresizce çırpınırken görünce dayanamadım' diyen çoban Ramazan, bir anda iki elini birden kaybetti.

Acaba sadece ellerini mi kaybetti Ramazan? İnsanın iki elini birden kaybetmesi feci bir olay.

"Bari tek elim kesilse idi yine de kendimi idare ederdim" demiş Ramazan…

Geçtiğimiz Nisan ayında sağ elimi bilekten kırınca dünyam karardı sanki.

Yaklaşık dört ay kendi kendime yetemez oldum. Sağ elim kırılmıştı.

Keşke sol elim kırılsa idi diye günlerce hayıflandım durdum. Tek elle yaşamak çok zor idi.

Ah be çocuk Ramazan! Özgürlüğüne kavuşturduğun o kuş seni elbette hiç unutmayacak.

Kısacık kuş ömründe ellerini ve seni hep anımsayacak.

Ya sonra ?.. Sonra bir bir çaresizlikler ve umutsuzluklar yaşayacaksın uzun ömründe.

Protez taktırmak isteyeceksin, 'Çok para' diyecekler.

Öyle bir dünyada, öyle bir ülkede yaşıyorsun ki…

Sabahları uyandığında ellerini arayacaksın. Düşerken ellerinle tutunamayacaksın duvarlara.

Karanlıklarda el yordamı ile yol bulamayacaksın.

Bir bardak suyunu bile doyasıya içemeyeceksin.

Lokmaların birer düğüm olacak boğazında.

Göz pınarlarında her dem sakladığın iki damla gözyaşın olacak.

Kaç kişi seni tutup kaldıracak bu arsız dünyada.

Kaç kişi yardım edip kaç kişi sana payanda olacak Ramazan?

Ah be çocuk! Ağlattın beni...

Öyle kötü bir dünyada yaşıyoruz ki, insanlar kötülükleri ile öyle çok meşguller ki seni göremezler. Seni duyamazlar, seni anlayamazlar be çocuk!

Paraları öyle çok değerli ki harcayamazlar be çocuk!

Senin tek dostun demir gibi yüreğin olmalı yine.

O kuşun ve bütün kuşların duaları senin üzerine olsun demir yürekli çocuk.

Her kuşun kanat sesi senin nefesin ve gücün, azmin olsun demir yürekli çocuk.

Bak ne diyor Nazım, dinle;

'Biz kuşlara emanet ettik yüreğimizi. Kendi vicdanında özgür, kendi gökyüzünde göçebe"

Ben de seni kuşlara emanet ettim çocuk. Onların kanatları senin ellerin olsun.

Tanrı sana en kusursuz ve en yüce duyguyu bahşetmiş.

Merhametin hiç tükenmesin.

Kimileri kuşları kurtarmak için ellerini verir.

Bazıları kuşları öldürür.

Bir kuş öldüğünde biz bin kez ölürüz.

MERHAMET EN YÜCE DUYGUDUR