“Sadık tebaası hakkında merhamet ve şefkati her zaman sonsuz olan
Osmanlı Hükümeti’nin şu adil kararına tüm vatandaşların şükran borçlu
olacağı şüpheden uzaktır.” Bu ifadeler, savaş içerisinde zorunlu
olarak tehcire tabi tutulan Ermenilerin geri dönmelerine izin veren
karar üzerine, Ermeni Patriği tarafından Adliye ve Mezâhib Nezareti’ne
gönderilen 25 Ekim 1918 tarihli arzuhalde yer alıyordu:
“Sonsuz şükran borçlularının” intikam zebanisine dönüşmeleri
gecikmeyecektir. Osmanlı vatandaşı Ermeni Patriği arzuhalinde şükran
ifadelerini dile getirirken yine Osmanlı vatandaşı olan Ermeni
milletvekilleri Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Osmanlı Türkünün
geleceğine zehirlerini akıtıyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı, bizim mağlubiyetimizle bitmişti. Zordur yenilmek;
düşmanın cephede vurduğu yetmez, cephe gerisinde de nadan vurmaya
başlar, adice, alçakça. Bastırılmış ihtiraslar, içten içe büyütülen
kıskançlıklar ve açığa vurulamamış nefretler bir lavın bir volkandan
boşalması misali kaplar dört bir yan.
İttihat Terakki Hükümeti düşmüş, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti işbaşına
gelmiştir. Savaşın galibi İtilaf Devletleri, İngiltere, Fransa, İtalya
ve diğerleri İttihatçıları, “Ermenileri öldürmek ve İngiliz esirlere
kötü muamele etmekle” suçluyorlardı. Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, bu
suçlamaları adeta emir telakki etti ve geçmişini yiğitçe ve akıllıca
savunmak yerine geleceğini de ipotek altına alacak bir ucuzluğa,
siyasi rakipleri olan bir önceki hükümet mensuplarını yargılamaya
soyundu.
O günden bugüne süregelen geçmişi yargılama adı altında kendimizi
yargılama kepazeliğinin anahtarını kilide sokan Divaniye Mebusu Fuat
Beydir. Divaniye, Fırat’ın doğusunda Bağdat’a bağlı bir kasabadır ve
Fuat Bey kökü Sultan IV. Murat ile Bağdat Seferine katılan bir gaziye
kadar çıkan bir Türktür. Allahım; Türkün kaderi hep kendi
evlatlarının kurşunuyla vurulmak mıdır? Fuat Bey, Meclis-i Mebusan’a
28 Ekim 1918’de Talat ve Sait Halim Paşa kabinelerinin Divan-ı Ali’ye
sevkini talep eden teklifini sunar. Ne gariptir ki, Fuat Bey bu
teklifi yaparken; maksadının “geçmişte yapılan birtakım hatalardan
dolayı Meclis i ve milleti suçlamalardan kurtarmak” olduğunu
söyleyecektir. Ah, hala devam eden o saflık…
Fuat Beyin kilide soktuğu anahtarı çevirmek ve açılan kapıdan girerek
tüm bir milleti sanık sandalyesine oturtmak, Meclis-i Mebusan’daki
Ermeni mebuslar için artık çocuk oyuncağıdır. Onları bir süre sonra
Rum ve Arap mebuslar takip eder, onlar da kendi ırkdaşlarına yapılan
haksızlıkların soruşturulmasını ister. Ama “Türkün ayaklar altına
alınan hukuk-u muazzezinin de soruşturmaya dahil edilmesi” talebi
dikkate alınmaz.
Önce Meclis-i Mebusan konuyu ele alır, bir komisyon kurulur, geçmişin
liderlerinden ülke içinde olanlar ifadeye çağrılır ardından da Divan-ı
Harb-i Örfiler devreye girer. İtilaf Devletlerinin güdümündeki
mütareke hükümetleri vatansever ve İttihatçı avına, Ermeniler ise
intikam seferine çıkmışlardır. Mebuslar, eski bakanlar, yüksek
bürokratlar, düşünürler, gazeteciler evlerinde zorla alınarak Bekirağa
Bölüğü’nün nezarethanesine konulurlar. Lazistan Mebusu Sudi Beyin
kendisini almaya gelenlere, “Elbet bize de sizi tevkif etmek sırası
gelecektir” demesi meşhurdur. Hiçbir zulüm ve hiçbir hukuksuzluk
ebediyen payidar kalmayacaktır.
Hukuk ayaklar altındadır, avukatlar dosyalara erişemezler,
müvekkilleriyle görüşemezler. Yalancı şahitler ortalıkta fink atar,
aynı Ermeni üç ayrı kimlikle üç ayrı yerdeki Ermeni tehcirinde yapılan
katliamları(!) anlatır! Mevcutlar yetmez devlet resmi ilanla şahit
arar; bilgisi olup da ifade vermeyenler cezalandırılacaktır!
Divan-ı Harb-i Örfi başkanlarından Nemrut(Kürt) Mustafa Paşa’nın
yargılanan Eyüplü Hüsamettin’e( Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Hüsamettin
Ertürk) söylediği şu sözler mahkemenin ve verilen kararların
mahiyetini çok güzel açıklar: “Seni pek iyi tanıyorum. Namuslu ve
dürüst bir askersin. Askerlikten başka bir işle meşgul olmadığına
kaniim. Fakat işgal altında çalışan bir Divan-ı Harb, vicdanından çok
hisleriyle hareket eder. Bu bize yukarıdan gelen emirdir.”
Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, bu
mahkemelerde bu şahitlerin şehadetiyle idama mahkûm edilir ve
asılırlar. (Kısmet olursa, bu konuya hafta sonuna kadar devam
edeceğim.)