14 Aralık operasyonunun hemen ertesinde bu sütunlarda “Kim ne derse desin 14 Aralık operasyonu ne iddia edildiği gibi bir hukuk kavgası ne ortaklar arasındaki nihai bir hesaplaşma ne de 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarını perdeleme operasyonudur. 14 Aralık operasyonu ülkenin kaderinin şekillendiği İmralı-Kandil-Yenimahalle üçgenindeki görüşme, müzakere ve gelişmelerin gözlerden kaçırılması operasyonudur. Ankara-Vaşington-Erbil hattındaki pazarlıkları, baskıları ve mutabakatları perdeleme eylemidir” diye yazmıştım.

Operasyonun perdelediği gerçek, önceki gün ortaya çıktı. Biz Zaman Gazetesi ile Çağlayan Adliyesi arasında kurulan köprüdeki cambaza bakarken; HDP heyeti İmralı’ya gitmiş ve Apo ile görüşmüştü. Şu farkla ki daha önce halkın bilgisi dahilinde yapılan İmralı ziyareti, bu sefer gizli gerçekleşmişti ve bu gizliliği de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti istemişti.

Görüşmenin yapıldığı HDP tarafından önceki gün resmen açıklandı. Bizimkiler tarafından da yalanlanmadı. Açıklamanın ardından Diyarbakır’dan Demokratik Toplum Kongresi(DTK) Eş Başkanı Hatip Dicle’nin, Kandil’den de KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık’ın açıklamaları geldi.

DTK Eş Başkanı Hatip Dicle, Diyarbakır’da düzenlenen Demokratik İslam Kongresi’nde, “Hükümet yetkileri ile ve sonradan onların uygun görmesiyle 17 Aralık ta gizli, kamuoyunun bilmediği gidip geldiğimiz görüşmeleri ancak hükümetle ve KCK yetkilileri ile teyit ve istişarelerden sonra kamuoyunu ve tüm basının bilgilerine sunabilecek durumdayız dedikten sonra şunları söylüyor:

Gerek Sayın Öcalan gerek KCK birimleri gerekse DTK olarak aslında şeffaflıktan yanayız, yani orada ne konuşulduğunu ne kararlar alındığını sizlere sunmaktan yanıyız. Ancak gelin görün ki bir de bunun ikinci bir tarafı var. Hükümet tarafı, biraz daha olgunlaşıncaya kadar bu konularda hassas olmamızı istedikleri için biz de o hassasiyetlere dikkat etmek zorundayız. Ancak size şu müjdeyi verebilirim, Sayın Öcalan ın deyimidir; 5-6 senedir burada sürdürdüğümüz diyaloğu bugün bir müzakere taslağı üzerinde anlaşmaya kadar ulaştırabilmiş durumdayız. Hükümetle, devlet heyetleri ile sürdürülen görüşmelerle bugün belki de 200 yıldır bu topraklarda çok acılar yaşatan Kürt sorununun ve diğer bütün sorunların çözümü yönünde tarihi adımlar atabilmenin arifesindeyiz diyor.

Burada bir noktaya Apo’nun “5-6 senedir burada sürdürdüğümüz diyalog” sözlerine dikkatinizi çekmek isterim. Bu tarih Beşir Atalay’ın Polis Akademisi’nden içi boş bir çantayla çıktığı hazin yolculuğun başlangıç tarihine denk gelmektedir.

Apo’nun hazırladığı ve Kandil’in de onayladığı 4 üst ve çok sayıda alt başlıktan oluşan taslağın ana unsurlarını da KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık açıklıyor:

“Bu taslakta 1. madde yönteme ilişkindir. Yani nasıl bir yöntem izlenmesi gerekiyor müzakere yapıldığında. Müzakerenin verimli ve başarılı geçmesi açısından yöntem sorunu önemli. 2. madde ise müzakerelerin dayanacağı tarihsel, felsefi, teorik zemini ifade ediyor. Çünkü müzakere geliştirilecek ise bunun bir dayanağının olması gerekiyor. Bir temel olmadan, müzakerenin geliştirilmesi pek sağlıklı olmaz. Eğer kalıcı bir müzakere yapılacaksa mutlaka bunun dayanaklarının olması gerekiyor. 3. madde ise, nelerin müzakere yapılacağını ifade içeriyor. Eğer bunlar da müzakere edilirse, bunlar sonuçlandırılırsa ondan sonra 4. maddeye geçilecek. 4. madde de bu kabul edilecek maddelerin pratikte nasıl uygulanacağına dair. Bu uygulama da merdiven basamağı biçiminde olmayacak, karşılıklı paralel bir biçimde olacak. O zaten müzakerenin yaşama geçirilmesi ve tamamlanması oluyor.”

Cemil Bayık “bunlar olmazsa barış olmaz” diye de tehdit etmekten geri kalmıyor. Söylediği çok daha fazla şey var. Üst perdeden konuşmalar, açık tehditler ve saklanmasına gerek duyulmayan hedefler. Onları da yarın aktaracağım sizlere. Ancak bir sorum olacak burada: Eğer bu süreç bizi de yani bu vatana, bu devlete ve millete mensubiyetten ve sadakatten başka hiçbir talebi ve iddiası olmayan biz Türkleri de ilgilendiriyorsa; süreçten bizim de haberimiz olması gerekmez mi?