Ahmet Mahmut Ünlü, 27 Şubat 1965 tarihinde Fatih Çarşamba’da, İsmailağa Camisi’ne oldukça yakın bir evde dünyaya gelmiştir. Henüz üç yaşlarındayken babasıyla camiye gitmeye başlayan Ahmet, bu erken yaşta cemaatin dikkatini çekmiş, hatta bazıları küçük bir çocuğun camiye getirilmemesini bile istemiştir. Ahmet’in manevi gelişimi üzerinde İsmailağa Camii'nin ve özellikle Mahmut Efendi Hazretleri’nin büyük bir himayesi olmuştur. Dört yaşlarındayken buzlu merdivenlerde düştüğünde babasına sitem eden Efendi Hazretleri’nin “Sen ona fazla kızma, onun terbiyesini bize bırak” sözü, onun manevi yolda erken yaşta üstlendiği sorumluluğu göstermektedir. Camii Şerif, Ahmet’in adeta ikinci evi haline gelmiştir.

Cübbeli Lakabının Kökeni Ve İlk Dersleri

Küçük Ahmet, ilk ilim tahsiline caminin karşısındaki terzi Fahri Efendi’den başlamıştır. Fahri Efendi, aynı yaşlardaki kendi oğlu ve bir doktor komşusunun oğluyla birlikte Ahmet’e ders vermiştir. O dönemde cübbe ve sarığa büyük ilgi duyan Ahmet, annesinin namazlığını sarık yaparak namaz kıldırır, kibrit kutusundan cami yapıp çöplerden cemaat oluştururdu. Fahri Efendi, ders verdiği iki Ahmet’i karıştırmamak için bizim Ahmet’e "Cübbeli Ahmet" ismini vermiştir. O günden bu yana Ahmet Hoca, cübbeli ahmet olarak anılmaktadır. Çocukluğundan itibaren cübbe giymesi, o dönemde bu kadar küçük bir çocuk için alışılmadık bir durum olduğu için çevrede dikkat çekmiştir.

Dedesinin Etkisi Ve Okul Yılları

Ahmet'in manevi iklimde yetişmesinde dedesi Cahit Bey’in de önemli katkıları olmuştur. Dede Cahit Bey, torununa peygamberimizin hayatını, geçmiş ümmetlerin kıssalarını ve büyüklerin menkıbelerini anlatırdı. Ahmet, bu anlatılanları büyük bir dikkatle dinler, hatta bazen duyduklarını uygulamaya çalışırdı. Akranlarından farklı, çok soru soran bir karakter sergilemiş, kendinden büyükleri muhatap almıştır. Yediği "sünnetsiz" lafına içerleyip, evde kimse yokken sünnetçi Sadettin Efendi'yi getirip sünnetini yaptırması, kararlılığının bir göstergesidir.

Okul çağına geldiğinde Yavuz Selim İlkokulu’na giden Ahmet, aynı zamanda Kur’an kursuna da devam etmiştir. İlkokul dördüncü sınıftayken okuldan kaçıp camiye gittiği anlaşılınca, babasına "Okulda öğretilenleri biliyorum, öğrenmek istediklerimi camide öğreniyorum" demiştir. İlkokul müdürü ve öğretmeni, okula devamlı olduğunu, ancak sınıftaki diğer çocuklara din dersi verdiği için "çok konuştuğunu" söylemişlerdir. Babasının getirdiği bir vaaz kasetini dinledikten sonra, hocaya "Bu hoca anlattığı ile amel etmiyor baba" demiş ve bu durumu Yalova Termal’de karşılaştığı hocaya "Böyle bir ortamda bulunmamanız hata, çünkü siz İslam'ı temsil ediyorsunuz" diyerek yüzüne söylemiştir. Bu olaylar, onun küçük yaştan itibaren ilimdeki hassasiyetini göstermiştir.

İlme Kendini Adama Ve İlk Vaazları

İlkokuldan sonra Fatih Koleji’nde orta öğrenime başlayan Ahmet, bütün ağırlığını Kur’an ilmine verdiği için dersleriyle ilgilenmemiştir. Ancak yine de birinci sınıfı birincilikle tamamlamıştır. Kolejin ikinci sınıfında, isteksizce gittiği okulu bırakma kararı almıştır. Ailesinin desteğini alamasa da kararından dönmemiş ve tek ideali olan İslam Alimi olma yolunda İsmailağa Kur’an Kursu’nda derslere başlamıştır. Gündüzlerin yetmediği bu tempoda uykuyu minimuma indirerek kendini ilme adamıştır. Bu dönemde İstanbul'daki ilk vaazını hınca hınç dolu Yavuz Selim Camii’nde vermiş ve dinleyenleri mest ederek gelecekteki şöhretinin sinyallerini vermiştir.

Kazıklı Maria Kimdir? Gerçek Adı Nedir?
Kazıklı Maria Kimdir? Gerçek Adı Nedir?
İçeriği Görüntüle

Vaazlara devam ederken tahsilini ön planda tutan Ahmet Hoca, ilim temposuna yetişemeyen arkadaşları ve hocalarıyla zaman zaman küçük anlaşmazlıklar yaşamıştır. Hızlı ders alma arayışı onu, Rize'den gelen bir hocayla gurbete çıkmaya yöneltmiştir. Manevi babası Mahmut Efendi Hazretleri, "Mesele ilim tahsili olduğu için bir şey diyemiyorum, bizim de rızamız gitmesi yönündedir" diyerek bu yolculuğa onay vermiştir. Yeni ortamında gece gündüz ilim tahsiline devam eden Ahmet'in bu gayreti, hocasını bile hayrete düşürmüştür. Babasının devrin en çok kazanan sanayicilerinden olmasına rağmen dünya işleriyle ilgilenmemiş ve "Bizim yolumuz Allah ve Resulünün yoludur" diyerek eleştirilere cevap vermiştir. Mahmut Efendi Hazretleri’nin "Cübbeli gibi ibare okuyan bir hoca görülmedi" sözü, onun üstün başarısını ve gayretini açıklamaktadır. Hüseyin Efendi (Hüseyin Hekimoğlu) gibi ilk dinleyenler, çocuk denecek yaşta kürsüye çıkan Ahmet Hoca’nın sohbetlerinden çok etkilendiklerini belirtmişlerdir.

Vakıf Kurulumu Ve Fikir Yapısı

Askerlik muayenesi sonrasında "bu haliyle askerlik yapamaz" raporu alması onu üzmüştür. Sohbetlerinin tüm ülkeye yayılması ve ilginin artmasıyla birlikte, fakirlerden öğrencilere burs taleplerine kadar birçok yardım ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu talepler üzerine, yakın çevresiyle istişare ederek merkezi Fatih’te olmak üzere "Fatih Hak ve Hizmet Vakfı"nın kurulmasına karar verilmiştir. 1990’ların başında faaliyete geçen vakıf, tüzüğüne uygun olarak binlerce ihtiyaç sahibine ve ilmi faaliyetlere destek sağlamıştır. Ahmet Hoca, vakfın imkânları yetmediğinde babasının imkânlarını dahi seferber ettirerek "Bu kapıya gelen boş geri çevrilemeyecektir" prensibiyle hareket etmiştir.

Bütün vaaz ve sohbetlerinde Ehli Sünnet çizgisinden ayrılmayan cübbeli ahmet, dindeki hurafe ve bidatlarla mücadele etmeyi kendine ilke edinmiştir. Bu tavrı nedeniyle kimliği belirsiz yasa dışı odaklardan zaman zaman tehditler almıştır. Ancak bu uyarılara karşı "Hasbunallahi veni'mel vekil" diyerek karşılık vermiştir. Ülkenin milli birlik ve bütünlüğüne önem veren, şiddetin her türlüsüne karşı çıkan Hoca Efendi, özellikle tutuklanması esnasında sevenlerini kışkırtmalara karşı uyarmış ve "Hiçbir yanlış harekete müsaade etmeyin" demiştir.