Anlaşılan o'ki! Derviş fikrinden ve zikrinden, Akademisyenler ise kişi kollamaktan (bizdendir..! ) vazgeçmeyecek..!

Hikayeden de anlaşılacağı gibi...

Dergah eğitimini tas tamam aldığını görür hocaları, dervişliğe uygunsun derler...

Sermayesi eline, beline ve diline hakimliğidir insani olarak en büyük serveti(!)  Sırtında yok abası ne de cebinde parası...

...düşer yollara...

Berberin koltuğunda alır soluğu, çiçeği burnunda derviş efendi...

 "Vur usturayı berber efendi" der.

Başının sağ tarafı tamamen kazındığı sırada kapı açılır, içeri yağız bir kabadayı girer.


Koltukta oturan dervişin tıraş edilmiş kafasının sağ tarafına bir şaplak yapıştırır
" Kalk bakalım, kabak babalık, kalk da bir tıraş olayım" der.

Dervişlik bu, sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek, kaideyi bozmaz, ses çıkarmaz, usulca kalkar...

Berber mahcup, fakat korkmuştur ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, tıraş başlar, bitene kadar küstahlığa devam eder; "kabak aşağı, kabak yukarı" dervişle dalga geçer...

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar, tam o esnada gem'inden boşalan at arabası yokuştan aşağı hızla üstüne gelmektedir.

Kabadayı şaşkın bir an kalır, arabanın ortasındaki demirin karnına saplanmasıyla oracıkta ölür!

Çığlığın, bağrışmanın sesine kapı önüne çıkan derviş ve berber yerde yatan kabadayıya bakarken, berber dervişe döner..!

"Biraz fazla olmadı mı? Erenler" der.

Derviş mahzun bakarken, düşünceli bir ifadeyle

 "Vallahi gücenmemiştim, ona hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki bu kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!" der.

Hikaye bu ya; Derviş dergahına mı, su testisi su yolunda kırılır sözüne mi, berberin dervişe olan saygısına mı ya da kabadayının ölümüne neden olan at arabasından mı bağlayalım suçu bilemedim, şimdi.

Bu konuda bildiğim tek şey yüce Allah, kuluna önce kalbi yerleştirdi; akl-ı isteyene değil, istediğine verdi.

Oysa sizleri akl-ı verilenlerden olarak biliriz(!)

Kendisine has kuralları ve özellikleri olan, Enseye, kafaya vurup vurup dalga geçen aşağılayıcı, nefret diliyle hayattan beslenen sahte kabadayıların, bulundukları ya da bulunmalarına müsaade edilen toplumun gözünün nuru geleceğinin teminatı olan, mekanların yegane sahibi toplumun ta kendisi olduğunu hatırlatmak gerekliliği tekrar haiz olmuştur. Buna berber salonları dahil..!

Bilim yuvalarımızda görevli ya da hak ettikleri halde görev almayı bekleyen Akademisyenlerin hukuk   mücadelelerine devam ettiklerini ve dahası sorunların katlanarak arttığını aktarmaya çalışacağım...

Samsun 19 Mayıs Üniversitemizi yönetenler, soruşturmalardan kurtulup! Ne zaman, aslı görevinize dönmeyi düşünüyorsunuz..?

"Öğretim üyesi kadrolarında ilana başvuru koşulu olarak adayların lisansüstü tez veya uzmanlık tezi adlarının bir kısmı veya tamamı yazılamayacağı yönünde..." çıkartılan ilgili yönetmeliğin 3. maddesini hatırladınız mı? O, hüküm şöyle devam ediyor.

... sadece belirli bir adayı tanımlayan özel şartlara da yer verilmeyecektir. Hüküm açık, kanunlaşan maddeye rağmen üniversiteniz bunun tam aksi yönünde kişiye özel ilan hazırlatıp yayınlatabiliyorsunuz"

İlanda aranılan şartlara uygun olan bir kişinin kabak gibi ortaya çıkacağını düşünmediniz mi..?

YÖK ve Sayıştay tarafından yapılmış ve devam eden soruşturmalarınız varken bir benzer vakaya daha sebep olduğunuzun farkında mısınız..?"

 Bakın sizler ne derviş ne de berbersiniz; sizler politikacı da değilsiniz..!

Sizler Akademisyenlersiniz; kabadayı hiç değilsiniz!  

Son olarak, YÖK'e rağmen ilan şartlarını siz belirliyor yayına çıkartabiliyorsunuz ya!  ..."içerden yükselme " terfi ettireceğiniz adayların güvenlik soruşturması ve haklarında suç duyurusu var mı, yok mu bakıyor musunuz..?

Çok merak ettim! Doğrusu..!