n
n
n
n
n Çocukken ve gençken ve hatta olgunluk yaşından yavaş yavaş ihtiyarlığa doğru ağır adımlar atarken bile iki kavramı çok önemserdim. Neredeyse kutsardım. Sadece ben değil, benim neslim, benden önceki ve benden sonraki nesiller de aynı duyguyu paylaşırdı. Biz, paşaların kurduğu devlette dünyaya gözümüzü açmış ve biz hocaların rahle-i tedrisinde okumuş, yazmış, kısacası o günün ve bugünün tartışılmaz tek değer ölçüsüyle “adam” olmuştuk.
n
n
n
n Bizim dedelerimiz torunlarını “Paşa oğlum” diye severlerdi. Bizim annelerimiz oğullarının büyüyüp askere gitmesi ve o günü kendilerine göstermesi için Allah’a duaların en safı ve en samimisiyle yalvarırlardı. Rüyalarını çakı gibi teğmenler süslerdi. Oğullarına ne de yakışırdı o üniforma. Onlar asker ocağını “Peygamber Ocağı” bilirlerdi. Biz de öyle belledik ve öyle bildik.
n
n
n
n Resmi sıfatları öğretmendi ama büyüklerimiz onlara “hocam” derdi. Gördüklerinde hizaya geçer, önlerini ilikler, ellerini öperlerdi. Onların elleri öpülmeyi hak eder, bunların dudakları da hakkı teslim etmekte asla kusur işlemezdi. Bizi okula verirken hemen hepimizin babasının söylediği bir söz vardı: “Hocam; eti senin kemiği benim…” Hülasa, bağımsızlığımız ve varlığımız paşalara, irfanımız hocalara emanetti.
n
n
n
n Ne güzel günlermiş o günler. Hüsranı çok sonraları, yaşım yarım asrı geçtikten sonra yaşadım. Rahmetli Nihal Atsız’ın bir şiirinde geçen “Generaller paşalarla atamaz aşık” mısraına gençlik günlerimde bir anlam verememiştim. Ben generalliğin bir rütbe, bir sabır ve kıdem alış, paşalığın ise bir duruş olduğunu çok yıllar sonra ve biraz da hüsranla öğrenecek ve artık her generale “paşam” demeyecektim.
n
n
n
n Babalarımızın, annelerimizin hocaları, bizim hocalarımız sadece ders saati yoklardı bizim hayatımızda. Günün yirmi dört saati onlar bizimleydi. Ya sokakta ya evde ya da rüyalarda biraradaydık. Biz onları görürdük rüyamızda onlar da bizi. Kaç zeki ama fakir öğrenciyi onlar alıp götürmüşlerdir il merkezlerindeki sınavlara. Kaç kız öğrencinin okuması için cebelleşmişlerdi imkanı kıt aileleriyle. Onlar sadece okulda öğretmen değillerdi, sokakta rehber, sahada antrenör, bir haksızlık, bir baskı söz konusu olduğunda halkın yanında yılmaz bir hak kavgacısıydılar. Onlar “aklı hür, irfanı hür, vicdanı hür” insanlardı.
n
n
n
n Ben profesörlüğün de bir ilim ve bilhassa bir irfan merhalesi değil bir torpil, bir hizmet, bir bekleyiş ve süre dolduruş kademesi olduğunu da hemen hemen aynı dönemlerde öğrendim. Susan, susmaktan da öte tasdik memurluğuna teşne hoca kavramı bizim yetiştiğimiz dönemin idrakine yabancıydı. Tıpkı suskun ve çaresiz paşa kavramı gibi! Heyhat ikisini de gördüm ve iki hüsranı aynı anda yaşadım. Meğer, birleşik kaplar teorisi sadece fizikte değil sosyolojide de geçerliymiş.
n
n
n
n Ters L konumunda selam veren generallerin ve Türk varlığı inkar edilirken susan profesörlerin ülkesinde yaşamanın acısını bir zamanlar paşalara ve hocalara sahip olmanın tesellisi şimdilik bastırabiliyor. Bakalım daha ne kadar bastıracak?
n
n
n