Bursa’daki metal işçilerinin eylemi, aslında sendikalara kendilerini sorgulaması adına önemli bir mesaj.
Demokrasinin olmazsa olmazı sendikalardan bazıları, bu eylemden gerekli dersi çıkarıp acaba özeleştiride bulunabilecek, verilen mesajı alabilecek mi?
Yoksa bu eylemi “ideolojik” diye görmezden gelip, savuşturacak mı?
Ülkeyi yasa boğan Soma ve Ermenek facialarında olduğu gibi, metal işçilerinin ücretlerinin iyileştirilmesine yönelik eylemi sendikaların görevinin sadece üye kaydedip, işverenle toplu iş sözleşmesi bağıtlamak olmadığını bir kez daha ortaya koydu.
Salt ücret zammına odaklanan, işçiyi hoşnut etmeyen, taleplerini karşılamayan toplu iş sözleşmesinin altına imza atmayı benimseyen sendikacılık anlayışının iflas ettiği, Soma ve Ermenek’in ardından, Bursa’da da açıkça görüldü.
Üyesi olan emekçilerin aldığı düşük ücretten kesilen aidatlar ile yaşamını sürdüren sendika ve yöneticilerinin önceliği, işçinin geçinebileceği bir ücreti sağlamak, işyerinde rahat, güvenli, huzurlu bir şekilde işverenin baskısına, hakaretine uğramadan çalışmasına olanak sağlayacak ortamı yaratmaktır.
Sırf emekçiyi hoşnut etmeyen ücret zammına odaklanırsanız, toplumun size yakıştırdığı ‘’sarı sendika’’ nitelemesinden de kurtulamazsınız.
Metal emekçilerinin büyük tepki gösterdiği işyerindeki örgütlü sendikadan istifa etmeleri, işçi- sendika arasında oluşan güvensizlik adına ibretlik bir örnek.
İşçilerin hışmına uğrayan sendika yöneticileri, bu eylemden gerekli dersi alarak “nerede yanlış yaptık?” diye kendilerini sorgulamalı, gereken mesajı almalı.
Sadece bu sendika yöneticileri değil, emekçiyi hoşnut etmeyen ücret sendikacılığını benimseyen diğerleri de bu sorgulamayı, özeleştiriyi yapmalı, kendilerine çekidüzen vermeli.
Sendikacılık birilerinin geçim kaynağı, gününü gün etme makamı olmamalıdır.
Bunun aksi bir anlayıştan kaybeden sendikalar ve emekçiler olacak, ivme yitiren sendikal yaşam daha da aşağıya doğru evrilecektir
Türk-İş’in efsanevi başkanı Seyfi Demirsoy’un vurguladığı gibi, sendikacılık ideali olanın yapacağı, emekçinin hakkını sonuna dek savunacağı, söke söke alacağı çok önemli bir görev.
Ne var ki, Seyfi Demirsoy’un, Abdullah Baştürk’ün, Kemal Türkler’in, Halil Tunç’un emek hareketine damga vuran önderliği günümüzde mumla aranıyor.
Oysa bu günlerde böylesi işçi önderlerine ne kadar da ihtiyaç var.
Demokrasinin vazgeçilmez kurumlarının başında gelen, emekçilerin örgütlü gücü güçlü sendikalara bugün olduğu gibi, gelecekte de fazlasıyla ihtiyaç var.
Ne kadar eleştirilse, hırpalansa, öcü gibi gösterilse de sendikalar demokrasinin “olmazsa olmazı”, güvencesi, emekçinin hakkını arayabileceği, sığınabileceği sivil toplum örgütleridir.
Sendikalar iki yılda bir sözleşme bağıtlayan, göstermelik olarak lüks otel salonlarında seminer düzenleyen değil, öncelikle işçinin güvenliği, huzuru sonrasında ücreti için mücadele eden kurumlardır.
Bu kurumları, toplum nezdinde sevimsizleştirmek, soğutmak, kuşkuyla bakılır hale getirmek emekçiye yapılan en büyük kötülüktür.
Buna da hiç kimsenin hakkı yok.