n

n
n Bir önem sırası ve listesi vardı. İnsanları kendi çıkarlarına göre sınıflandırırken, bir “top on” listesi oluşturuyordu. En tuhafı, kaçıncı sırada olduklarını insanların yüzüne doğrudan söylemesiydi. Kendince dürüst davranıyordu. Bazen de bu sıralamada öne geçmeleri için insanlara yarışma fırsatı sunuyordu. Gençti, güzeldi, paralıydı… Koskoca ailesi arkasında dağ gibi yükseliyordu. Bitiremediği liseyi ona bitirttiler, sahip olmadığı makamı ona sağladılar. Hem de üniversiteyi bile bitirmeden. Öyle ışınlanır gibi kocaman, deri, şaşaalı bir koltuğa oturtuverdiler. Tembellik ettiği söylenemez, bu hakkını yemek olur. Oldukça çalışkandı. Sadece hazır olmadığı bir yükün altına girdi. Ne yaptığı iş hakkında ne en ufak bir bilgisi ne de yaptığı iş konusunda zihnini aydınlatacak bir eğitimi vardı. Boşa kürek de sallasa elini kolunu hiç boş bırakmıyordu. Herkes onu çırpınır vaziyette görüyordu. Bu haliyle pek de sevimliydi. Bu sevimliliğini, işlerini yoluna koyamadığı zamanlarda, numara sırasına soktuğu insanları yardıma çağırırken kullanıyordu. Nasıl gelmesinler? Ona yardım etme ayrıcalığını nasıl geriye çevirsinler? Bir yandan ona yardım edip bir yandan da listedeki üst sıralara yerleşmeye çalışmak kolay mı? Ama takdir etmek lazım, geçici de olsa herkes etrafında böyle sihirli bir halka oluşturamaz. Bu oyunun en önemli püf noktası, hipnotize ettiği insanların gözlerinin kapalı, kendi gözlerinin açık olmasıydı, bunu çok iyi biliyordu. Her dem uyanıktı anlayacağınız. Kendi büyüsüne kendisini asla kaptırmıyordu. Bir ölümlü olduğunu, zayıf anlarının olabileceğini unutmuştu. İçten içe mükemmelliğine inanma dürtüsü onu zorlamaya başladı. Öyle kalabalık bir tebaa ardına takıldı ki, içindeki kibir tavana vurdu. Tıpkı Nergisius gibi…Suya baktığında gördüğü suretiyle büyülendi.
n
n Bu olgunlaşmamış, ham meyve, yavaş yavaş insanların ağzında kekremsi, buruk bir tat bırakmaya başladı. Zira, ne yapsalar yaranamıyorlardı. Yıllarını onun için harcadılar olmadı. Ömür törpüsü maddi varlıklarını onun yoluna döktüler olmadı. Hem bu kadar fedakârlık hem de her an alternatifin olduğunu bilmek ve onlarla yarıştırılmak… Sonunda herkes etrafından bir bir çekilmeye başladı. Elindeki kuklalar artık ona itaat etmiyordu. Anlamadı, insanlar neden eskisi gibi değildi? Eskiden ne zaman istese, bir işaretiyle onları yanına çağırsa, koşarak gelirlerdi. İmkânsızı olduruverirlerdi. Uykusuz gecelerde günlerce onun için çalışırlardı. Hayatlarını yörüngesinden çıkarıp onun etrafında dönerlerdi. Bu işte bir yanlışlık vardı. Evet, onlar kötü arkadaştı, kötü dosttu. Ona ihanet ediyorlardı. Kendi mükemmeldi. Maddi ve manevi olarak çökmüştü; bu onun suçu değildi. Tüm suç diğerlerindeydi. Zamanında onu kullanmışlardı. Onun muhteşem varlığından, etrafında olma ayrıcalığından yararlanmışlardı. Şimdi hepsi çekip gidiyorlardı. Kara günlerinde ona yardım etmeliydiler oysa.
n
n İnsanlar bıkmıştı, artık ondan uzak kalmak istiyorlardı. Emir telefonlarından, kabalığından, bencilliğinden…Ve kullanılmaktan. Karşılıksız sürekli vermenin sadece Tanrı ya ait olduğunu birilerinin ona söyleme zamanı gelmişti. Bunu kimse yapmadı, yapmayacak da. Çünkü kabul etmeyeceğini biliyorlar. Çünkü hala başladığı noktada. Çünkü hala burnu Kaf dağında.
n
n
n
n
n
n ULTREYA…
n
n
n