n

n
n İnsanları sanatla buluşturmayı kestiğimiz günden beri kavgalar, anlaşmazlıklar ve cana kasıt… Çocuklarımıza üzülüyorum en çok. Zıplayıp hoplama parçalarını, müzik diye zihinlerinin kıvrımlarına yerleştiriyorlar. Kendi kültürünün ürünü bir ezgiyi bile tadına varamadan dinleyen, onun ne söylediğini anlayamayan bir insandan kendisiyle barışık olmasını nasıl bekleyebiliriz? Müzikte akan notaların, yüreğinin hangi teline dokunduğunu fark edemeyen birinin; başka bir insanın hüznünü, sevincini anlamasını nasıl bekleyebilirsiniz? Bir çocuk müziği göremiyorsa, bir tablonun fısıldadıklarını duyamıyorsa; yaşamdan kendisine düşen pay ne olabilir? Karanlık, üzeri pasla kaplı duygulardan başka. Her yerde boy veren huzursuzluğun kalpten kalbe bulaşarak gençler arasında bu kadar yaygınlaşmasını başka türlü nasıl açıklayabiliriz?
n
n Bizler çocuklarımızın iletişim yeteneğinin artması için uğraşıp duruyoruz. İlk tepkimiz, onlara sözcük ezberletmek oluyor. Bu kısmen doğru; ama yeterli değil. Çünkü sözcüklerin görevi sadece kavramları karşılamak. Kavram sayısı, özellikle de soyut kavram sayısı-yerlerde sürünen birine milyonlarca sözcük ezberletseniz ne olur? Hiçbir şey. Bir iki gün bunları papağan gibi terennüm eder, sonra unutur gider. Ve kendi hayatında bu kavramlarla karşılaşmıyorsa, böyle bir işkenceye ne gerek var? Bırakalım temel gereksinimlerini karşılayan somut sözcüklerle yetinip gitsin. Onu saplanıp kaldığı dünyadan görünmeyen merdivenlerle çıkarmaya çalışıp huzurunu kaçırmayalım durup dururken. Mutsuz olup kendisini kötü hissetmesin. Bu yoz hayatın içinde sadece sözcüklerin değil başka güzelliklerin de uzağına düştüğünün farkına varmasın. Hep yarım kalsın benliği.
n
n Sadece sanat çocukların zihnine soyut kavramları taşıyabilir. Tazecik bir beyin, İçindeki duygu tohumlarını sanatın sıcaklığıyla filizlendirip topraktan çıkarabilir. Bir çocuk bir resim sergisine gidip renk cümbüşü arasından kendine göz kırpan sihre kapılarını aralayamıyorsa empati duygusuna sahip olmasını nasıl bekleyebiliriz? Sabah sabah şiirlerin hayal rüzgârına gönlünü kaptırıp coşkuyla güne başlayamıyorsa; rüyaları nasıl dilsiz kalmasın? Kendini başka insanlara nasıl anlatabilsin? Resim, müzik, edebiyat… Bunların toprağına sıkıca tutunabilmesi, birbirini anlayabilmesi için yeni yetişen nesle; zorunlu ihtiyaçlarının başına sanat eserleriyle karşılaşmayı yerleştirmeyi öğretemediğimiz sürece; dünya açlık ve savaş çığlıklarına kulaklarını tıkayamayacak. İtiraf etmek gerekirse, sanatı zorunlu ihtiyaçlar arasına henüz katamamış bir toplumuz. Herkes çevresine şöyle göz ucuyla bakarsa karanlık bir kuyunun dibinde olduğumuzu fark edebilir.
n
n Sıradan hayatın içinde bırakın takdir edilmeyi, birçok insan sanatla uğraşmayı boş uğraş olarak değerlendirir. Bizim ülkemizde kendinize bir yer edinmek istiyorsanız, sanat gibi boş işler olarak görülen işleri boşlayıp gayretinizi kabul görmüş işlerin üzerinde yoğunlaştırmalısınız. Hele de kadınsanız rutininize neler neler ekleyeceğinizi siz de en az benim kadar iyi biliyorsunuz. Bunun için feminist olmaya gerek yok. Bir kadının ailesine yemek pişirmek yerine gidip karakalem çalışmasına aferin diyebilecek çok az insan vardır. Bunu kabul edenlerin de büyük bir çoğunluğu –söz konusu kadın ister evli ister bekar olsun- ev sorumluluğunu yerine getirdikten sonra olabilir gözüyle bakar. İşin trajik yanı bu. Cinsiyet faktörünü saymadan sanata yaklaşıma baktığımızda daha komik bir düşünceyle de karşılaşırız. Büyük çoğunluk; akıllarının bir köşesinde sanatsal faaliyetlerin fonksiyonunu, pişpirik oynamak gibi bir saçmalıkla denk tutar. İnsanın hamurunu yoğurarak değiştirmesi gibi bir etkisini fark etmek şöyle dursun, zamanın hızla akıp geçmesi, insanların sıkıntıdan esnememesi gibi bir şey… Yaşar Kemal’in veya İsmet Özel’in yapmaya çalıştıklarını şöyle değerlendirildiğini bir düşünsenize: “Roman yazıyorlarmış işte ne güzel bir uğraş. Canları sıkılmaz adamların.” Kimse bunu açık açık yapmaz; ama büyük bir kitle bunu düşünce olarak içinde taşır.
n
n İşi gücü sıkılmak olan, yaşamak için dışarıdan bir başla komutu bekleyen insanların da nasıl bir topluluk oluşturduğunu hep birlikte görüyoruz. Geçmişin hoşgörü ikliminden kopmuş, hırgür içinde debelenip gidiyoruz. Köklerimizden koptuk, modern hayat denen bu çılgınlığın içinde çürüyüp gidiyoruz. Meddah, Karagöz, ortaoyunundan tutun da; geceleri büyüklerimizin bize anlattığı halk hikayelerine kadar ne varsa unutup gittik. Hele hele aydınlık yüzlü annelerimizin bize anlattığı, anlatırken kendi ruhunu da kattığı masallar.
n
n Ezberletilen şiirler, destanlar… Belki de onları diriltmekle işe başlayabiliriz.
n
n
n
n ULTREYA…
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n